- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
- تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
- ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
- گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
- گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. 280
- طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
- جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
- گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
- طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
- حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. 285
- پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
- قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
- تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
- چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
- چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır. 290
- دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
- ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
- حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
- پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
- عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
- Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur. 295
- ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی نور ضمیر مصطفی
- Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
- قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
- Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
- ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست
- Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
- لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل
- “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
- باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
- Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi. 300
- آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک