- O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi. 2850
- شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد
- Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
- مینمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
- Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
- موی را نادیده میکرد آن لطیف ** شیر را شاباش میگفت آن ظریف
- Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
- صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه
- O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
- راست میفرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفقترم
- Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim. 2855
- من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعلهی بس ناخوشی
- Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
- همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران
- Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
- چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول
- Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
- کاین خبیثان مکر و حیلت کردهاند ** جمله مقلوب است آنچ آوردهاند
- Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
- قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
- Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler” 2860
- مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند
- Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
- قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول
- Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.
- تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
- Peygamber, “Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz.
- گفت پیغمبر که آری لیک ما ** بر سر راهیم و بر عزم غزا
- Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
- زین سفر چون باز گردم آن گهان ** سوی آن مسجد روان گردم روان
- Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu. 2865
- دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت
- Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
- چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
- Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
- گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
- Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
- گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
- Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
- چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان
- Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar. 2870
- قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان
- Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e koştu;
- هر منافق مصحفی زیر بغل ** سوی پیغمبر بیاورد از دغل
- Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
- بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است
- Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
- چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
- Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
- راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است