- Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
- چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
- Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
- گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
- Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
- گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
- Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
- چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان
- Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar. 2870
- قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان
- Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e koştu;
- هر منافق مصحفی زیر بغل ** سوی پیغمبر بیاورد از دغل
- Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
- بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است
- Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
- چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
- Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
- راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است
- Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir. 2875
- نقض میثاق و عهود از احمقی است ** حفظ ایمان و وفا کار تقی است
- Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?”
- گفت پیغمبر که سوگند شما ** راست گیرم یا که سوگند خدا
- Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler.
- باز سوگند دگر خوردند قوم ** مصحف اندر دست و بر لب مهر صوم
- “Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
- که به حق این کلام پاک راست ** کان بنای مسجد از بهر خداست
- Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, doğru bir yürekle Allah’ya ibadet edeceğiz” dediler.
- اندر آن جا هیچ مکر و حیله نیست ** اندر آن جا ذکر و صدق و یا ربی است
- Peygamber dedi ki: “Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte. 2880
- گفت پیغمبر که آواز خدا ** میرسد در گوش من همچون صدا
- Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
- مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق
- İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
- نک صریح آواز حق میآیدم ** همچو صاف از درد میپالایدم
- Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
- همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت
- “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
- از درخت إنی أنا الله میشنید ** با کلام انوار میآمد پدید
- Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular. 2885
- چون ز نور وحی در میماندند ** باز نو سوگندها میخواندند
- Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
- چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
- Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
- باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح
- Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
- اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمیکند
- Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
- تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول
- Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
- که چنین پیران با شیب و وقار ** میکندشان این پیمبر شرمسار
- Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? 2890
- کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا