- Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
- باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح
- Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
- اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمیکند
- Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
- تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول
- Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
- که چنین پیران با شیب و وقار ** میکندشان این پیمبر شرمسار
- Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? 2890
- کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا
- Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
- باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
- Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
- شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق
- Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
- باز میزارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
- Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
- دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم
- Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü. 2895
- اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود
- Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
- سنگهاش اندر حدث جای تباه ** میدمید از سنگها دود سیاه
- Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
- دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست
- Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
- در زمان در رو فتاد و میگریست ** کای خدا اینها نشان منکری است
- Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
- خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
- Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır. 2900
- گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز
- Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
- هر یکی از یکدیگر بیمغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
- Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
- صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
- Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
- همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبهای کردند حق آتش زدش
- Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
- قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام
- Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur. 2905
- مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز
- Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
- هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن
- Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
- واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک
- Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
- لیک میترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان
- Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
- شرع بیتقلید میپذرفتهاند ** بیمحک آن نقد را بگرفتهاند
- Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır. 2910
- حکمت قرآن چو ضالهی مومن است ** هر کسی در ضالهی خود موقن است
- Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
- قصهی آن شخص که اشتر ضالهی خود میجست و میپرسید
- Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
- اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست