- Bu abus suratlı toprak, Hak hazinesinden, kerem deryasından ne çalmışsa,
- هر چه دزدیده ست این خاک دژم ** از خزانهی حق و دریای کرم
- Takdir şahnesi, hadi der, doğru söyle aldığın neyse bir kılına kadar anlat! 2955
- شحنهی تقدیر گوید راست گو ** آن چه بردی شرح واده مو به مو
- Hırsız, yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiçbir şey” derse de şahne, onu durmadan çekiştirip durur, eğip büker.
- دزد یعنی خاک گوید هیچ هیچ ** شحنه او را در کشد در پیچ پیچ
- Şahne, ona gâh şeker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en kötü işkencelerde bulunur.
- شحنه گاهش لطف گوید چون شکر ** گه بر آویزد کند هر چه بتر
- Bu suretle kahırla, lütufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o gizli şeylerin açığa vurulmasına gayret eder.
- تا میان قهر و لطف آن خفیهها ** ظاهر آید ز آتش خوف و رجا
- O baharlar, Kibriya, şahnesinin lütfudur. Hazan da Allah’ın korkutması, tehdit etmesidir.
- آن بهاران لطف شحنهی کبریاست ** و آن خزان تخویف و تهدید خداست
- Kış da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye manevi bir çarmıhtır. 2960
- و آن زمستان چار میخ معنوی ** تا تو ای دزد خفی ظاهر شوی
- Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde, gıllıgüşa düşer.
- پس مجاهد را زمانی بسط دل ** یک زمانی قبض و درد و غش و غل
- Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir. Canların ziyasının hırsızıdır.
- ز انکه این آب و گلی کابدان ماست ** منکر و دزد و ضیای جان ماست
- Ulu Allah, ey yiğit; sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir.
- حق تعالی گرم و سرد و رنج و درد ** بر تن ما مینهد ای شیر مرد
- Bütün bunlar, korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
- خوف و جوع و نقص اموال و بدن ** جمله بهر نقد جان ظاهر شدن
- Vaatlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir. 2965
- این وعید و وعدهها انگیخته ست ** بهر این نیک و بدی کامیخته ست
- Hakla, bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı,
- چون که حق و باطلی آمیختند ** نقد و قلب اندر حرمدان ریختند
- Ayırt etmek için hakikatleri sınamış, görmüş bir mehenk gerektir ki,
- پس محک میبایدش بگزیدهای ** در حقایق امتحانها دیدهای
- Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun.
- تا شود فاروق این تزویرها ** تا بود دستور این تدبیرها
- Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belâya düşeceğini düşünme, suya at!
- شیر ده ای مادر موسی و را ** و اندر آب افکن میندیش از بلا
- Kim, Elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü fark eder. 2970
- هر که در روز أ لست آن شیر خورد ** همچو موسی شیر را تمییز کرد
- Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de,
- گر تو بر تمییز طفلت مولعی ** این زمان یا ام موسی ارضعی
- Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.
- تا ببیند طعم شیر مادرش ** تا فرو ناید بدایهی بد سرش
- Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
- شرح فایدهی حکایت آن شخص شتر جوینده
- Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
- اشتری گم کردهای ای معتمد ** هر کسی ز اشتر نشانت میدهد
- Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
- تو نمیدانی که آن اشتر کجاست ** لیک دانی کاین نشانیها خطاست
- Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar. 2975
- و انکه اشتر گم نکرد او از مری ** همچو آن گم کرده جوید اشتری
- “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der.
- که بلی من هم شتر گم کردهام ** هر که یابد اجرتش آوردهام
- Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.
- تا در اشتر با تو انبازی کند ** بهر طمع اشتر این بازی کند
- Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
- هر چه را گویی خطا بود آن نشان ** او به تقلید تو میگوید همان