English    Türkçe    فارسی   

2
2957-2981

  • Şahne, ona gâh şeker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en kötü işkencelerde bulunur.
  • شحنه گاهش لطف گوید چون شکر ** گه بر آویزد کند هر چه بتر
  • Bu suretle kahırla, lütufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o gizli şeylerin açığa vurulmasına gayret eder.
  • تا میان قهر و لطف آن خفیه‏ها ** ظاهر آید ز آتش خوف و رجا
  • O baharlar, Kibriya, şahnesinin lütfudur. Hazan da Allah’ın korkutması, tehdit etmesidir.
  • آن بهاران لطف شحنه‏ی کبریاست ** و آن خزان تخویف و تهدید خداست‏
  • Kış da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye manevi bir çarmıhtır. 2960
  • و آن زمستان چار میخ معنوی ** تا تو ای دزد خفی ظاهر شوی‏
  • Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde, gıllıgüşa düşer.
  • پس مجاهد را زمانی بسط دل ** یک زمانی قبض و درد و غش و غل‏
  • Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir. Canların ziyasının hırsızıdır.
  • ز انکه این آب و گلی کابدان ماست ** منکر و دزد و ضیای جان ماست‏
  • Ulu Allah, ey yiğit; sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir.
  • حق تعالی گرم و سرد و رنج و درد ** بر تن ما می‏نهد ای شیر مرد
  • Bütün bunlar, korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
  • خوف و جوع و نقص اموال و بدن ** جمله بهر نقد جان ظاهر شدن‏
  • Vaatlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir. 2965
  • این وعید و وعده‏ها انگیخته ست ** بهر این نیک و بدی کامیخته ست‏
  • Hakla, bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı,
  • چون که حق و باطلی آمیختند ** نقد و قلب اندر حرمدان ریختند
  • Ayırt etmek için hakikatleri sınamış, görmüş bir mehenk gerektir ki,
  • پس محک می‏بایدش بگزیده‏ای ** در حقایق امتحانها دیده‏ای‏
  • Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun.
  • تا شود فاروق این تزویرها ** تا بود دستور این تدبیرها
  • Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belâya düşeceğini düşünme, suya at!
  • شیر ده ای مادر موسی و را ** و اندر آب افکن میندیش از بلا
  • Kim, Elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü fark eder. 2970
  • هر که در روز أ لست آن شیر خورد ** همچو موسی شیر را تمییز کرد
  • Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de,
  • گر تو بر تمییز طفلت مولعی ** این زمان یا ام موسی ارضعی‏
  • Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.
  • تا ببیند طعم شیر مادرش ** تا فرو ناید بدایه‏ی بد سرش‏
  • Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
  • شرح فایده‏ی حکایت آن شخص شتر جوینده‏
  • Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
  • اشتری گم کرده‏ای ای معتمد ** هر کسی ز اشتر نشانت می‏دهد
  • Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
  • تو نمی‏دانی که آن اشتر کجاست ** لیک دانی کاین نشانیها خطاست‏
  • Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar. 2975
  • و انکه اشتر گم نکرد او از مری ** همچو آن گم کرده جوید اشتری‏
  • “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der.
  • که بلی من هم شتر گم کرده‏ام ** هر که یابد اجرتش آورده‏ام‏
  • Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.
  • تا در اشتر با تو انبازی کند ** بهر طمع اشتر این بازی کند
  • Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
  • هر چه را گویی خطا بود آن نشان ** او به تقلید تو می‏گوید همان‏
  • O, yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o mukallidin aşasıdır, ona dayanır.
  • او نشان کژ بنشناسد ز راست ** لیک گفتت آن مقلد را عصاست‏
  • Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın, şüphen kalmaz. 2980
  • چون نشان راست گویند و شبیه ** پس یقین گردد ترا لا ریب فیه‏
  • O nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyileşir, kuvvetlenirsin.
  • آن شفای جان رنجورت شود ** رنگ روی و صحت و زورت شود