English    Türkçe    فارسی   

2
3005-3029

  • Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma. 3005
  • سیئاتم چون وسیلت شد به حق ** پس مزن بر سیئاتم هیچ دق‏
  • Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
  • مر ترا صدق تو طالب کرده بود ** مر مرا جد و طلب صدقی گشود
  • Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
  • صدق تو آورد در جستن ترا ** جستنم آورد در صدقی مرا
  • Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
  • تخم دولت در زمین می‏کاشتم ** سخره و بیگار می‏پنداشتم‏
  • Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
  • آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست‏
  • Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş! 3010
  • دزد سوی خانه‏ای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانه‏ی خود است‏
  • Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
  • گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
  • O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
  • آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است‏
  • Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
  • لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان‏
  • Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
  • نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب‏
  • Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre! 3015
  • خاصه چرخی کاین فلک زو پره‏ای است ** آفتاب از آفتابش ذره‏ای است‏
  • Her an bir Mescidi Dırâr var
  • بیان آن که در هر نفسی فتنه‏ی مسجد ضرار است‏
  • Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
  • چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانه‏ی حیلت بد و دام جهود
  • Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
  • پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحه‏ی خاشاک و خاکستر کنید
  • Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
  • صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانه‏ها بر دام ریزی نیست جود
  • Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
  • گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست‏
  • Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi. 3020
  • مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد
  • Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
  • در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت‏
  • Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
  • پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرق‏ها و فصل‏هاست‏
  • Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
  • نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
  • Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
  • گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان‏
  • Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma. 3025
  • بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار
  • Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
  • بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی‏
  • Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
  • حکایت هندو که با یار خود جنگ می‏کرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست‏
  • Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
  • چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
  • Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
  • هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
  • Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
  • موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست‏