- Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
- پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرقها و فصلهاست
- Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
- نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
- Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
- گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان
- Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma. 3025
- بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار
- Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
- بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی
- Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
- حکایت هندو که با یار خود جنگ میکرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست
- Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
- چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
- Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
- هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
- Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
- موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست
- Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi. 3030
- گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز
- Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
- آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
- Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
- آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن
- Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
- پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه
- Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
- ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
- Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! 3035
- ز انکه نیم او ز عیبستان بده ست ** و آن دگر نیمش ز غیبستان بده ست
- Mademki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
- چون که بر سر مر ترا ده ریش هست ** مرهمت بر خویش باید کار بست
- Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadîsine mazhar olur.
- عیب کردن ریش را داروی اوست ** چون شکسته گشت جای ارحمواست
- Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
- گر همان عیبت نبود ایمن مباش ** بو که آن عیب از تو گردد نیز فاش
- Allahtan “Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki, o halde neden müsterih ve emin oluyorsun?
- لا تخافوا از خدا نشنیدهای ** پس چه خود را ایمن و خوش دیدهای
- İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu? 3040
- سالها ابلیس نیکو نام زیست ** گشت رسوا بین که او را نام چیست
- Yüceliği âlemde tanınmıştı; aksiyle tanındı, yazık!
- در جهان معروف بد علیای او ** گشت معروفی بعکس ای وای او
- Emin değilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster.
- تا نه ای ایمن تو معروفی مجو ** رو بشو از خوف پس بنمای رو
- Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama.
- تا نروید ریش تو ای خوب من ** بر دگر ساده ز نخ طعنه مزن
- Şu işe bak: Şeytan, belâlara düştü de sana ibret oldu.
- این نگر که مبتلا شد جان او ** در چهی افتاد تا شد پند تو
- Sen belâya uğrayıp ona ibret olmadın o zehri içti, sen şerbetini iç (ibret almana bak!). 3045
- تو نیفتادی که باشی پند او ** زهر او نوشید تو خور قند او
- Oğuzların, birini korkutmak için başka birini öldürmeye kalkışmaları
- قصد کردن غزان به کشتن یک مردی تا آن دگر بترسد
- Kan dökücü Oğuz Türkleri, malları yağma etmek üzere bir köye girdiler.
- آن غزان ترک خونریز آمدند ** بهر یغما بر دهی ناگه زدند