English    Türkçe    فارسی   

2
3093-3117

  • Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
  • گفت آری انقطاع دم بود ** چون رسد پیری دو صد علت شود
  • İhtiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
  • گفت ای احمق بر این بر دوختی ** از طبیبی تو همین آموختی‏
  • Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun? 3095
  • ای مدمغ عقلت این دانش نداد ** که خدا هر رنج را درمان نهاد
  • Sen ahmak bir eşeksin, bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
  • تو خر احمق ز اندک مایگی ** بر زمین ماندی ز کوته‏پایگی‏
  • Doktor cevap verdi: “Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
  • پس طبیبش گفت ای عمر تو شصت ** این غضب وین خشم هم از پیری است‏
  • Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
  • چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتن‏داری و صبرت شد ضعیف‏
  • İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
  • بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
  • Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir. 3100
  • جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است‏
  • Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
  • از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی‏
  • Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
  • گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
  • Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
  • ور نمی‏دانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین‏
  • Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
  • ور نمی‏دانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var. 3105
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur. 3110
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın? 3115
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند