English    Türkçe    فارسی   

2
3105-3129

  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var. 3105
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur. 3110
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın? 3115
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
  • Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
  • می‏برندت خانه‏ی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
  • Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
  • نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان‏
  • Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu! 3120
  • نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه‏
  • Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
  • چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانه‏ی کور و کبود
  • Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
  • خانه‏ی بی‏زینهار و جای تنگ ** که در او نه روی می‏ماند نه رنگ‏
  • Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
  • زین نسق اوصاف خانه می‏شمرد ** وز دو دیده اشک خونین می‏فشرد
  • Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
  • گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانه‏ی ما می‏برند
  • Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle. 3125
  • گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو
  • Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
  • این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانه‏ی ما راست بی‏تردید و شک‏
  • Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
  • نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام‏
  • Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
  • زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان‏
  • Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
  • خانه‏ی آن دل که ماند بی‏ضیا ** از شعاع آفتاب کبریا