- Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
- تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
- Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
- قصد جنگ انبیا میداشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
- Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
- در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمیترسی که تو باشی همان
- Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın? 3115
- آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست
- Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
- قصهی جوحی و آن کودک که پیش جنازهی پدر خویش نوحه میکرد
- Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
- کودکی در پیش تابوت پدر ** زار مینالید و بر میکوفت سر
- “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
- کای پدر آخر کجایت میبرند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
- Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
- میبرندت خانهی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
- Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
- نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان
- Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu! 3120
- نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه
- Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
- چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانهی کور و کبود
- Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
- خانهی بیزینهار و جای تنگ ** که در او نه روی میماند نه رنگ
- Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
- زین نسق اوصاف خانه میشمرد ** وز دو دیده اشک خونین میفشرد
- Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
- گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانهی ما میبرند
- Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle. 3125
- گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو
- Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
- این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانهی ما راست بیتردید و شک
- Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
- نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام
- Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
- زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان
- Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
- خانهی آن دل که ماند بیضیا ** از شعاع آفتاب کبریا
- Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’ın zevkinden mahrumdur. 3130
- تنگ و تاریک است چون جان جهود ** بینوا از ذوق سلطان ودود
- Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.
- نی در آن دل تافت نور آفتاب ** نی گشاد عرصه و نه فتح باب
- Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
- گور خوشتر از چنین دل مر ترا ** آخر از گور دل خود برتر آ
- Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
- زندهای و زنده زاد ای شوخ و شنگ ** دم نمیگیرد ترا زین گور تنگ
- Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
- یوسف وقتی و خورشید سما ** زین چه و زندان بر آ و رو نما
- Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu. 3135
- یونست در بطن ماهی پخته شد ** مخلصش را نیست از تسبیح بد
- Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
- گر نبودی او مسیح بطن نون ** حبس و زندانش بدی تا یبعثون