- Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız!
- یک جوالم گندم و دیگر ز ریگ ** به بود زین حیلههای مردهریگ
- Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var, canım perhizkâr!” 3200
- احمقیام بس مبارک احمقی است ** که دلم با برگ و جانم متقی است
- Sen de şekavetin azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın.
- گر تو خواهی کت شقاوت کم شود ** جهد کن تا از تو حکمت کم شود
- Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Allah nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir.
- حکمتی کز طبع زاید وز خیال ** حکمتی بیفیض نور ذو الجلال
- Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi artırır, din hikmetiyse insanı feleğin üstüne çıkarır.
- حکمت دنیا فزاید ظن و شک ** حکمت دینی برد فوق فلک
- Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün görürler.
- زوبعان زیرک آخر زمان ** بر فزوده خویش بر پیشینیان
- Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler bellemişlerdir. 3205
- حیله آموزان جگرها سوخته ** فعلها و مکرها آموخته
- Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.
- صبر و ایثار و سخای نفس و جود ** باد داده کان بود اکسیر سود
- Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.
- فکر آن باشد که بگشاید رهی ** راه آن باشد که پیش آید شهی
- Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil.
- شاه آن باشد که از خود شه بود ** نه به مخزنها و لشکر شه شود
- Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir.
- تا بماند شاهی او سرمدی ** همچو عز ملک دین احمدی
- Allah rahmet etsin, İbrahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdiği keramet
- کرامات ابراهیم ادهم بر لب دریا
- İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir: Bir yerde deniz kıyısında oturmuş, 3210
- هم ز ابراهیم ادهم آمده ست ** کاو ز راهی بر لب دریا نشست
- O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emir geldi.
- دلق خود میدوخت آن سلطان جان ** یک امیری آمد آن جا ناگهان
- O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
- آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
- Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
- خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
- Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
- کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف
- Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu. 3215
- ترک کرد او ملک هفت اقلیم را ** میزند بر دلق سوزن چون گدا
- Şeyh, onun düşüncesini anladı. Şeyh aslana benzer, gönülleri ormana.
- شخ واقف گشت از اندیشهاش ** شیخ چون شیر است و دلها بیشهاش
- Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir.
- چون رجا و خوف در دلها روان ** نیست مخفی بر وی اسرار جهان
- Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
- دل نگه دارید ای بیحاصلان ** در حضور حضرت صاحب دلان
- Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
- پیش اهل تن ادب بر ظاهر است ** که خدا ز ایشان نهان را ساتر است
- Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar. 3220
- پیش اهل دل ادب بر باطن است ** ز انکه دلشان بر سرایر فاطن است
- Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında oturuyor.
- تو بعکسی پیش کوران بهر جاه ** با حضور آیی نشینی پایگاه
- Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet ateşine odun oldun ya!
- پیش بینایان کنی ترک ادب ** نار شهوت را از آن گشتی حطب
- Mademki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun, körler için yüzünü cilâla, süsle dur.
- چون نداری فطنت و نور هدی ** بهر کوران روی را میزن جلا