English    Türkçe    فارسی   

2
3206-3230

  • Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.
  • صبر و ایثار و سخای نفس و جود ** باد داده کان بود اکسیر سود
  • Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.
  • فکر آن باشد که بگشاید رهی ** راه آن باشد که پیش آید شهی‏
  • Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil.
  • شاه آن باشد که از خود شه بود ** نه به مخزنها و لشکر شه شود
  • Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir.
  • تا بماند شاهی او سرمدی ** همچو عز ملک دین احمدی‏
  • Allah rahmet etsin, İbrahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdiği keramet
  • کرامات ابراهیم ادهم بر لب دریا
  • İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir: Bir yerde deniz kıyısında oturmuş, 3210
  • هم ز ابراهیم ادهم آمده ست ** کاو ز راهی بر لب دریا نشست‏
  • O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emir geldi.
  • دلق خود می‏دوخت آن سلطان جان ** یک امیری آمد آن جا ناگهان‏
  • O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
  • آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
  • Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
  • خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
  • Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
  • کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف‏
  • Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu. 3215
  • ترک کرد او ملک هفت اقلیم را ** می‏زند بر دلق سوزن چون گدا
  • Şeyh, onun düşüncesini anladı. Şeyh aslana benzer, gönülleri ormana.
  • شخ واقف گشت از اندیشه‏اش ** شیخ چون شیر است و دلها بیشه‏اش‏
  • Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir.
  • چون رجا و خوف در دلها روان ** نیست مخفی بر وی اسرار جهان‏
  • Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
  • دل نگه دارید ای بی‏حاصلان ** در حضور حضرت صاحب دلان‏
  • Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
  • پیش اهل تن ادب بر ظاهر است ** که خدا ز ایشان نهان را ساتر است‏
  • Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar. 3220
  • پیش اهل دل ادب بر باطن است ** ز انکه دلشان بر سرایر فاطن است‏
  • Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında oturuyor.
  • تو بعکسی پیش کوران بهر جاه ** با حضور آیی نشینی پایگاه‏
  • Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet ateşine odun oldun ya!
  • پیش بینایان کنی ترک ادب ** نار شهوت را از آن گشتی حطب‏
  • Mademki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun, körler için yüzünü cilâla, süsle dur.
  • چون نداری فطنت و نور هدی ** بهر کوران روی را می‏زن جلا
  • Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmuş halinle nazlan!
  • پیش بینایان حدث در روی مال ** ناز می‏کن با چنین گندیده حال‏
  • Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle iğneyi istedi. 3225
  • شیخ سوزن زود در دریا فگند ** خواست سوزن را به آواز بلند
  • Yüz binlerce Allah balığı, her birinin ağzında birer altın iğne olduğu halde,
  • صد هزاران ماهی اللهیی ** سوزن زر در لب هر ماهیی‏
  • Ey şeyh Allah’ın iğnelerini al, diye Allah denizinden baş çıkardı.
  • سر بر آوردند از دریای حق ** که بگیر ای شیخ سوزنهای حق‏
  • İbrahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı?
  • رو بدو کرد و بگفتش ای امیر ** ملک دل به یا چنان ملک حقیر
  • Bu zahiri bir işaretten ibaret, bir hiç bile değil. Bâtın âlemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün.
  • این نشان ظاهر است این هیچ نیست ** تا بباطن در روی بینی تو بیست‏
  • Şehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bağı bostanı oraya nasıl götürsünler? 3230
  • سوی شهر از باغ شاخی آورند ** باغ و بستان را کجا آن جا برند