- Alışveriş ederken mest bir halde ağzını yumup oturur. Fakat müşterisi Allah’tır.
- لب ببسته مست در بیع و شری ** مشتری بیحد که الله اشتری
- Âdemin dersine melek müşteridir, o derse dev ve peri mahrem değildir.
- درس آدم را فرشته مشتری ** محرم درسش نه دیو است و پری
- Âdem, senin dersin her şeyin adını haber vermektir. Haydi, Allah sırlarını kıldan kıla anlat.
- آدم أنبئهم بأسما درس گو ** شرح کن اسرار حق را مو به مو
- Kısa görüşlü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan, 3270
- آن چنان کس را که کوته بین بود ** در تلون غرق و بیتمکین بود
- Kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir.
- موش گفتم ز انکه در خاک است جاش ** خاک باشد موش را جای معاش
- Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir. O, her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir.
- راهها داند ولی در زیر خاک ** هر طرف او خاک را کرده ست چاک
- Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Allah fareye de miktarınca akıl vermiştir.
- نفس موشی نیست الا لقمه رند ** قدر حاجت موش را عقلی دهند
- Çünkü yüce Allah, hiç kimseye, ihtiyacından artık bir şey vermez.
- ز انکه بیحاجت خداوند عزیز ** مینبخشد هیچ کس را هیچ چیز
- Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı. 3275
- گر نبودی حاجت عالم زمین ** نافریدی هیچ رب العالمین
- Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Allah, o heybetli dağları halk etmezdi.
- وین زمین مضطرب محتاج کوه ** گر نبودی نافریدی پر شکوه
- Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi.
- ور نبودی حاجت افلاک هم ** هفت گردون نافریدی از عدم
- Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.
- آفتاب و ماه و این استارگان ** جز به حاجت کی پدید آمد عیان
- Şu halde varlıkların kemendi, (yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Allah’ın ihsanı, ihtiyaç miktarınca zahir olur.
- پس کمند هستها حاجت بود ** قدر حاجت مرد را آلت دهد
- Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Allah’ın kereminden cömertlik denizi coşsun. 3280
- پس بیفزا حاجت ای محتاج زود ** تا بجوشد در کرم دریای جود
- Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler.
- این گدایان بر ره و هر مبتلا ** حاجت خود مینماید خلق را
- Kör, sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini coşturmak isterler.
- کوری و شلی و بیماری و درد ** تا از این حاجت بجنبد رحم مرد
- “Ey halk, ekmek verin. Benim de ambarım var, benim de malım, benim de sofram var” derler mi hiç?
- هیچ گوید نان دهید ای مردمان ** که مرا مال است و انبار است و خوان
- Köstebeğin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur. Onun için Allah onu gözsüz yarattı.
- چشم ننهادهست حق در کور موش ** ز انکه حاجت نیست چشمش بهر نوش
- Köstebek, gözsüz de pekâlâ yaşayabilir. Ter-ü taze toprakta göze ne ihtiyacı var? 3285
- میتواند زیست بیچشم و بصر ** فارغ است از چشم او در خاک تر
- Zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, başka bir iş için değil, Allah, onu bu hırsızlıktan arıtsa,
- جز به دزدی او برون ناید ز خاک ** تا کند خالق از آن دزدیش پاک
- O da kanatlanır, kuş olur; melekler gibi göklere uçup gider.
- بعد از آن پر یابد و مرغی شود ** چون ملایک جانب گردون رود
- Allah’ın gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır.
- هر زمان در گلشن شکر خدا ** او بر آرد همچو بلبل صد نوا
- “Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren,
- کای رهاننده مرا از وصف زشت ** ای کننده دوزخی را تو بهشت
- Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Allah. 3290
- در یکی پیهی نهی تو روشنی ** استخوانی را دهی سمع ای غنی
- Fakat o mananın cisimle ne alâkası var? Eşyanın adlarıyla, anlayışın ne münasebeti var?
- چه تعلق آن معانی را به جسم ** چه تعلق فهم اشیا را به اسم