- Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
- این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانهی گنده پیر
- Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
- باز میمالید پر بر دست شاه ** بیزبان میگفت من کردم گناه
- Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın? 335
- پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم
- Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
- لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
- Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
- رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
- Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
- خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
- Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
- چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
- Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. 340
- هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا
- Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
- گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین
- Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
- باز گفت ای شه پشیمان میشوم ** توبه کردم نو مسلمان میشوم
- Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
- آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
- Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
- گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
- Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur. 345
- ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم
- Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
- گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم
- Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
- آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم
- Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
- در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
- Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
- قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق
- Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. 350
- موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش
- Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
- هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست
- Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
- نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
- Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
- احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین
- Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
- تا بداند سعد و نحس بیخبر ** دور تست این دور نه دور قمر
- Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. 355
- دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو میبرد زین دورت مقیم
- Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
- چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی میدمید
- “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
- گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است