- Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
- خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
- Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
- چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
- Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. 340
- هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا
- Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
- گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین
- Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
- باز گفت ای شه پشیمان میشوم ** توبه کردم نو مسلمان میشوم
- Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
- آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
- Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
- گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
- Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur. 345
- ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم
- Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
- گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم
- Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
- آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم
- Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
- در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
- Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
- قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق
- Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. 350
- موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش
- Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
- هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست
- Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
- نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
- Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
- احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین
- Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
- تا بداند سعد و نحس بیخبر ** دور تست این دور نه دور قمر
- Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. 355
- دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو میبرد زین دورت مقیم
- Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
- چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی میدمید
- “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
- گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است
- Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
- غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دورهی احمد بر آر
- Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
- گفت یا موسی بدان بنمودمت ** راه آن خلوت بدان بگشودمت
- Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur. 360
- که تو ز آن دوری درین دور ای کلیم ** پا بکش زیرا دراز است این گلیم
- Ben kerem sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahlûka ekmek gösteririm.
- من کریمم نان نمایم بنده را ** تا بگریاند طمع آن زنده را
- Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.
- بینی طفلی بمالد مادری ** تا شود بیدار واجوید خوری