- Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
- گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش
- Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
- یک نشان آن که میگیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
- Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
- و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان
- Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
- میکند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی
- İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
- طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی
- İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
- ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
- İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
- دانهی بیمغز کی گردد نهال ** صورت بیجان نباشد جز خیال
- O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
- بقیهی قصهی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ
- O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
- آن خبیث از شیخ میلایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
- “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
- که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی
- İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi. 3400
- ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان
- Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
- شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی
- Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb gibi!
- بنگر آن سالوس روز و فسق شب ** روز همچون مصطفی شب بو لهب
- Gündüz adı Abdullah, gece elinde kadeh, nezübillâh!”
- روز عبد الله او را گشته نام ** شب نعوذ بالله و در دست جام
- Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce “ Şeyhim, sen de mi aldatıcısın?
- دید شیشه در کف آن پیر پر ** گفت شیخا مر ترا هم هست غر
- Sen, “Şeytan, şarap kadehine hemencecik işeyiverir” demez miydin?” dedi. 3405
- تو نمیگفتی که در جام شراب ** دیو میمیزد شتابان ناشتاب
- Şeyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sığmaz.
- گفت جامم را چنان پر کردهاند ** کاندر او اندر نگنجد یک سپند
- Bir bak hele, Buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış anlamışsın, aldanmışsın.
- بنگر اینجا هیچ گنجد ذرهای ** این سخن را کژ شنیده غرهای
- Bu zâhiri şarap, zâhiri kadeh değil ki. Onu, gaybı bilen şeyhten uzak bil.
- جام ظاهر خمر ظاهر نیست این ** دور دار این را ز شیخ غیب بین
- Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır. Oraya Şeytan’ın sidiğine asla yol yok!
- جام می هستی شیخ است ای فلیو ** کاندر او اندر نگنجد بول دیو
- O varlık, Allah nuruyla dolu, hem de dudağına kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır. 3410
- پر و مالامال از نور حق است ** جام تن بشکست نور مطلق است
- Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur”
- نور خورشید ار بیفتد بر حدث ** او همان نور است نپذیرد خبث
- Şeyh bu sözleri söyledikten sonra “Bu, ne kadehtir, nasıl şarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi.
- شیخ گفت این خود نه جام است و نه می ** هین به زیر آن منکرا بنگر به وی
- Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O manasız düşmansa kör oldu, bir şey göremedi.
- آمد و دید انگبین خاص بود ** کور شد آن دشمن کور و کبود
- O zaman pîr müridine dedi ki: “ Yürü ey ulu mürit bana şarap bul,
- گفت پیر آن دم مرید خویش را ** رو برای من بجو می ای کیا
- Bir hastalığım var, şarap içmek zaruretindeyim. Hastalıktan ölüm haline geldim, hatta bu halden de ileri bir hale düştüm. 3415
- که مرا رنجی است مضطر گشتهام ** من ز رنج از مخمصه بگذشتهام