English    Türkçe    فارسی   

2
348-372

  • Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
  • در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
  • Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
  • قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق‏
  • Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. 350
  • موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش‏
  • Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
  • هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست‏
  • Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
  • نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
  • Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
  • احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین‏
  • Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
  • تا بداند سعد و نحس بی‏خبر ** دور تست این دور نه دور قمر
  • Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı. 355
  • دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو می‏برد زین دورت مقیم‏
  • Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
  • چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی می‏دمید
  • “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
  • گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است‏
  • Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
  • غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دوره‏ی احمد بر آر
  • Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
  • گفت یا موسی بدان بنمودمت ** راه آن خلوت بدان بگشودمت‏
  • Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur. 360
  • که تو ز آن دوری درین دور ای کلیم ** پا بکش زیرا دراز است این گلیم‏
  • Ben kerem sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahlûka ekmek gösteririm.
  • من کریمم نان نمایم بنده را ** تا بگریاند طمع آن زنده را
  • Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.
  • بینی طفلی بمالد مادری ** تا شود بیدار واجوید خوری‏
  • Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
  • کاو گرسنه خفته باشد بی‏خبر ** و آن دو پستان می‏خلد زو مهر در
  • “Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.”
  • کنت کنزا رحمة مخفیة ** فابتعثت أمة مهدیة
  • Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Allah gösterdi de sen onlara tamah ettin. 365
  • هر کراماتی که می‏جویی به جان ** او نمودت تا طمع کردی در آن‏
  • Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
  • چند بت بشکست احمد در جهان ** تا که یا رب گوی گشتند امتان‏
  • Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
  • گر نبودی کوشش احمد تو هم ** می‏پرستیدی چو اجدادت صنم‏
  • Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
  • این سرت وارست از سجده‏ی صنم ** تا بدانی حق او را بر امم‏
  • Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Allah, seni bâtın putundan da kurtarsın.
  • گر بگویی شکر این رستن بگو ** کز بت باطن همت برهاند او
  • O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar. 370
  • مر سرت را چون رهانید از بتان ** هم بدان قوت تو دل را وارهان‏
  • Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
  • سر ز شکر دین از آن بر تافتی ** کز پدر میراث مفت‏اش یافتی‏
  • Miras yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
  • مرد میراثی چه داند قدر مال ** رستمی جان کند و مجان یافت زال‏