- O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “Haydi, git... Sen çok söylüyorsun... Gayri ayrılık geldi, çattı!
- آن فزونی با خضر آمد شقاق ** گفت رو تو مکثری هذا فراق
- Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş... Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
- موسیا بسیار گویی دور شو ** ور نه با من گنگ باش و کور شو
- Yok... Eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş, benden ayrılmış sayılırsın” dedi.
- ور نرفتی وز ستیزه شستهای ** تو به معنی رفتهای بگسستهای
- Meselâ namazda ansızın yellensen, biriside sana git yeniden aptes al dese,
- چون حدث کردی تو ناگه در نماز ** گویدت سوی طهارت رو به تاز
- Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk.. be şaşkın, zaten namazın gitti! 3520
- ور نرفتی خشک جنبان میشوی ** خود نمازت رفت بنشین ای غوی
- Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var.
- رو بر آنها که هم جفت تواند ** عاشقان و تشنهی گفت تواند
- Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
- پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
- Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
- جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است
- Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
- یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
- Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!” 3525
- ور نمیتانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی
- Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
- عذر گفتن فقیر به شیخ
- Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
- پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت
- Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
- مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب
- Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
- آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم
- Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
- گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
- Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti. 3530
- از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت
- Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
- گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است
- Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
- آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم
- Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
- هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن
- Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
- ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
- Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır. 3535
- هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود
- Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
- چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
- Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
- تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
- Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
- آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
- Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
- آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
- Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir. 3540
- این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود