- Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mana içindeki taneye.
- ای برادر قصه چون پیمانهای است ** معنی اندر وی مثال دانهای است
- Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu? Ona bakmaz.
- دانهی معنی بگیرد مرد عقل ** ننگرد پیمانه را گر گشت نقل
- Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
- ماجرای بلبل و گل گوش دار ** گر چه گفتی نیست آن جا آشکار
- Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması
- سخن گفتن به زبان حال و فهم کردن آن
- Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların manasına vâkıf ol güzelim. 3625
- ماجرای شمع با پروانه نیز ** بشنو و معنی گزین کن ای عزیز
- Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, manası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma.
- گر چه گفتی نیست سر گفت هست ** هین ببالا پر مپر چون جغد پست
- Birisi “Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan “O, evi nereden elde etmiş?”
- گفت در شطرنج کاین خانهی رخ است ** گفت خانه از کجاش آمد بدست
- Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mana anlayana!
- خانه را بخرید یا میراث یافت ** فرخ آن کس کاو سوی معنی شتافت
- Nahivcilerden biri “Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüş?
- گفت نحوی زید عمرا قد ضرب ** گفت چونش کرد بیجرمی ادب
- Amr’ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der. 3630
- عمرو را جرمش چه بد کان زید خام ** بیگنه او را بزد همچون غلام
- Nahivci, “Bu, mana ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.
- گفت این پیمانهی معنی بود ** گندمی بستان که پیمانه است رد
- Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de,
- زید و عمرو از بهر اعراب است و ساز ** گر دروغ است آن تو با اعراب ساز
- Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
- گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بیگناه و بیخطا
- Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
- گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
- Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım! 3635
- زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد
- Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
- پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان
- Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
- گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان
- Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
- گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است
- Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
- ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است
- Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
- بر دروغان جمع میآید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ
- Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir. 3640
- دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگلاخ
- Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
- جستن آن درخت که هر که میوهی آن درخت خورد نمیرد
- Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
- گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان
- Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
- هر کسی کز میوهی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
- Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
- پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوهاش شد عاشقی
- Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
- قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب
- Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar. 3645
- سالها میگشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو
- Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
- شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت