English    Türkçe    فارسی   

2
3633-3657

  • Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
  • گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بی‏گناه و بی‏خطا
  • Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
  • گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
  • Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım! 3635
  • زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد
  • Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
  • پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان‏
  • Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
  • گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان‏
  • Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
  • گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است‏
  • Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
  • ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است‏
  • Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
  • بر دروغان جمع می‏آید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ‏
  • Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir. 3640
  • دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگ‏لاخ‏
  • Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
  • جستن آن درخت که هر که میوه‏ی آن درخت خورد نمیرد
  • Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
  • گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان‏
  • Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
  • هر کسی کز میوه‏ی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
  • Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
  • پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوه‏اش شد عاشقی‏
  • Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
  • قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب‏
  • Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar. 3645
  • سالها می‏گشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو
  • Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
  • شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت‏
  • Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
  • هر که را پرسید کردش ریشخند ** کاین که جوید جز مگر مجنون بند
  • Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
  • بس کسان صفعش زدند اندر مزاح ** بس کسان گفتند ای صاحب فلاح‏
  • Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
  • جستجوی چون تو زیرک سینه صاف ** کی تهی باشد کجا باشد گزاف‏
  • Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hatta bu enikonu tokattan da beter! 3650
  • وین مراعاتش یکی صفعی دگر ** وین ز صفع آشکارا سخت‏تر
  • Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
  • می‏ستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ‏
  • Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
  • در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
  • Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
  • قاصد شه بسته در جستن کمر ** می‏شنید از هر کسی نوعی خبر
  • Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
  • بس سیاحت کرد آن جا سالها ** می‏فرستادش شهنشه مالها
  • Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır. 3655
  • چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب‏
  • Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
  • هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
  • Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
  • رشته‏ی امید او بگسسته شد ** جسته‏ی او عاقبت ناجسته شد