- Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar. 375
- رحمتم موقوف آن خوش گریههاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست
- Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
- حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
- Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
- بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
- Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
- ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان
- Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
- هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته
- Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
- وام او را حق ز هر جا میگزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
- Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder. 380
- گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته میکنند ایدر دعا
- Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
- کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف
- Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
- خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
- İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
- حلق پیش آورد اسماعیلوار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
- Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
- پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش
- Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir. 385
- چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا
- Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
- شیخ وامی سالها این کار کرد ** میستد میداد همچون پای مرد
- Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
- تخمها میکاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل
- Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
- چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
- Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
- وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع
- Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı. 390
- وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش
- Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
- شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
- Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
- کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
- Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
- شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
- Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
- تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
- Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. 395
- در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر
- Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
- گفت او را جملهی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
- Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
- گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
- Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
- او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ
- Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
- کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال