- Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu kuruluğa tapardı.
- مادر تو بط آن دریا بدهست ** دایهات خاکی بد و خشکی پرست
- Gönlündeki denize olan meyil yok mu... O tabiat, sana anandan mirastır.
- میل دریا که دل تو اندر است ** آن طبیعت جانت را از مادر است
- Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü, isabetsiz!
- میل خشکی مر ترا زین دایه است ** دایه را بگذار کاو بد رایه است
- Dadıyı karada bırak, yürü, kazlar gibi mana denizine koş, dal denize! 3770
- دایه را بگذار در خشک و بران ** اندر آن در بحر معنی چون بطان
- Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş!
- گر ترا مادر بترساند ز آب ** تو مترس و سوی دریا ران شتاب
- Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya.
- تو بطی بر خشک و بر تر زندهای ** نی چو مرغ خانه خانه کندهای
- Sen “Kerremnâ” hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize!
- تو ز کرمنا بنی آدم شهی ** هم به خشکی هم به دریا پا نهی
- “Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt!
- که حملناهم علی البحری به جان ** از حملناهم علی البر پیش ران
- Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok. 3775
- مر ملایک را سوی بر راه نیست ** جنس حیوان هم ز بحر آگاه نیست
- Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün, hem gökte.
- تو به تن حیوان به جانی از ملک ** تا روی هم بر زمین هم بر فلک
- Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm, vahye kabiliyetli.
- تا به ظاهر مثلکم باشد بشر ** با دل یوحی إلیه دیدهور
- Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın ruhu, o güzelim gökte çark urup durmakta.
- قالب خاکی فتاده بر زمین ** روح آن گردان بر این چرخ برین
- Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.
- ما همه مرغابیانیم ای غلام ** بحر میداند زبان ما تمام
- Hulasâ Süleyman denizdir, biz kuşlara benzeriz. Ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz. 3780
- پس سلیمان بحر آمد ما چو طیر ** در سلیمان تا ابد داریم سیر
- Süleyman’la gel, ayağını denize bas ki su, Davud’a olduğu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.
- با سلیمان پای در دریا بنه ** تا چو داود آب سازد صد زره
- O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.
- آن سلیمان پیش جمله حاضر است ** لیک غیرت چشم بند و ساحر است
- O bizim önümüzde... Bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
- تا ز جهل و خوابناکی و فضول ** او به پیش ما و ما از وی ملول
- Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır. Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!
- تشنه را درد سر آرد بانگ رعد ** چون نداند کاو کشاند ابر سعد
- Onun gözü akarsuda… Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! 3785
- چشم او مانده است در جوی روان ** بیخبر از ذوق آب آسمان
- Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
- مرکب همت سوی اسباب راند ** از مسبب لاجرم محجوب ماند
- Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
- آن که بیند او مسبب را عیان ** کی نهد دل بر سببهای جهان
- Hacıların, çölde tek ve tenha ibadet eden bir zahidin kerametine hayran olmaları
- حیران شدن حاجیان در کرامات آن زاهد که در بادیه تنهاش یافتند
- Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti.
- زاهدی بد در میان بادیه ** در عبادت غرق چون عبادیه
- Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
- حاجیان آن جا رسیدند از بلاد ** دیدهشان بر زاهد خشک اوفتاد
- Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti. 3790
- جای زاهد خشک بود او تر مزاج ** از سموم بادیه بودش علاج
- Hacılar, onun yalnızlığına, o afetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.
- حاجیان حیران شدند از وحدتش ** و آن سلامت در میان آفتش