English    Türkçe    فارسی   

2
3799-3810

  • Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yağmur yağar mı?
  • گفت هر گاهی که خواهی می‏رسد ** بی‏ز جاه و بی‏ز حبل من مسد
  • Ey din sultanı, müşkülümüzü halleder hallet de yakına erelim. 3800
  • مشکل ما حل کن ای سلطان دین ** تا ببخشد حال تو ما را یقین‏
  • Sırlarından bir sırrı bize de göster de bellerimizden zünnarları kesip atalım” dedi.
  • وانما سری ز اسرارت به ما ** تا ببریم از میان زنارها
  • Zahit, gözlerini göğe kaldırarak dedi ki: “Yarabbi, hacıların duasına icabet et.
  • چشم را بگشود سوی آسمان ** که اجابت کن دعای حاجیان‏
  • Ben gökten rızık aramaya alışmışım, sen bana gökten kapı açtın.
  • رزق جویی را ز بالا خو گرم ** تو ز بالا بر گشودستی درم‏
  • Ey Lâmekân âleminden mekân izhar eden, ey “Rızkınız göktedir” sırrını ayan eyleyen!”
  • ای نموده تو مکان از لامکان ** فی السماء رزقکم کرده عیان‏
  • Zahit, bu münacattayken hemen su sömüren fil gibi bir latif bulut peyda oldu. 3805
  • در میان این مناجات ابر خوش ** زود پیدا شد چو پیل آب کش‏
  • Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı, derelerde, mağaralarda gölcükler meydana geldi.
  • همچو آب از مشک باریدن گرفت ** در گو و در غارها مسکن گرفت‏
  • Bulut, tulumlar gibi gözyaşı döküyordu. Hacıların hepsi mataralarını açtı.
  • ابر می‏بارید چون مشک اشکها ** حاجیان جمله گشاده مشکها
  • İçlerinden bir bölük halk o şaşılacak şeyler yüzünden bellerindeki zünnarları kestiler.
  • یک جماعت ز آن عجایب کارها ** می‏بریدند از میان زنارها
  • Bir bölüğünün de bu hayret edilecek şey yüzünden yakini arttı. Allah, doğru yolu daha iyi bilir.
  • قوم دیگر را یقین در ازدیاد ** زین عجب و الله أعلم بالرشاد
  • Bir bölüğüyse bu kerameti kabul etmeyip hamhalat bir halde ebedî nâkıs olarak kaldı, söz de burada bitti. 3810
  • قوم دیگر ناپذیرا ترش و خام ** ناقصان سرمدی تم الکلام‏