English    Türkçe    فارسی   

2
421-445

  • İsa ölüyü diriltir; Yahudi, hiddetinden sakalını yolar.
  • آن مسیحا مرده زنده می‏کند ** و آن جهود از خشم سبلت می‏کند
  • Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa..
  • بانگ سگ هرگز رسد در گوش ماه ** خاصه ماهی کاو بود خاص اله‏
  • Padişah, sabaha kadar musiki âlemi yapar, su kenarında şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz.
  • می‏خورد شه بر لب جو تا سحر ** در سماع از بانگ چغزان بی‏خبر
  • Çocuğun parası, orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyh’in himmeti bu cömertliği de bağladı.
  • هم شدی توزیع کودک دانگ چند ** همت شیخ آن سخا را کرد بند
  • Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır. 425
  • تا کسی ندهد به کودک هیچ چیز ** قوت پیران از این بیش است نیز
  • İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
  • شد نماز دیگر آمد خادمی ** یک طبق بر کف ز پیش حاتمی‏
  • Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
  • صاحب مالی و حالی پیش پیر ** هدیه بفرستاد کز وی بد خبیر
  • Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
  • چار صد دینار بر گوشه‏ی طبق ** نیم دینار دگر اندر ورق‏
  • Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.
  • خادم آمد شیخ را اکرام کرد ** و آن طبق بنهاد پیش شیخ فرد
  • Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü. 430
  • چون طبق را از غطا واکرد رو ** خلق دیدند آن کرامت را از او
  • Hepsinden de feryat yüceldi: "Ey şeyhlerin de başı, şahların da, bu neydi?
  • آه و افغان از همه برخاست زود ** کای سر شیخان و شاهان این چه بود
  • Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi!
  • این چه سر است این چه سلطانی است باز ** ای خداوند خداوندان راز
  • Biz bilemedik, affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
  • ما ندانستیم ما را عفو کن ** بس پراکنده که رفت از ما سخن‏
  • Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.
  • ما که کورانه عصاها می‏زنیم ** لاجرم قندیلها را بشکنیم‏
  • Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk. 435
  • ما چو کران ناشنیده یک خطاب ** هرزه گویان از قیاس خود جواب‏
  • Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
  • ما ز موسی پند نگرفتیم کاو ** گشت از انکار خضری زرد رو
  • Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
  • با چنان چشمی که بالا می‏شتافت ** نور چشمش آسمان را می‏شکافت‏
  • Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı" dediler.
  • کرده با چشمت تعصب موسیا ** از حماقت چشم موش آسیا
  • Şeyh, bütün o sözleri size helâl ettim.
  • شیخ فرمود آن همه گفتار و قال ** من بحل کردم شما را آن حلال‏
  • Bunun sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim, Allah da bana doğru yolu gösterdi. 440
  • سر این آن بود کز حق خواستم ** لاجرم بنمود راه راستم‏
  • O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
  • گفت آن دینار اگر چه اندک است ** لیک موقوف غریو کودک است‏
  • Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
  • تا نگرید کودک حلوا فروش ** بحر رحمت در نمی‏آید به جوش‏
  • Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
  • ای برادر طفل طفل چشم تست ** کام خود موقوف زاری دان درست‏
  • O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!
  • گر همی‏خواهی که آن خلعت رسد ** پس بگریان طفل دیده بر جسد
  • Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması
  • ترسانیدن شخصی زاهد را که کم گری تا کور نشوی
  • Bir zahide, çalışıp, savaşan bir dostu “Az ağla ki gözün bozulmasın “ dedi. 445
  • زاهدی را گفت یاری در عمل ** کم گری تا چشم را ناید خلل‏