- Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır. 425
- تا کسی ندهد به کودک هیچ چیز ** قوت پیران از این بیش است نیز
- İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
- شد نماز دیگر آمد خادمی ** یک طبق بر کف ز پیش حاتمی
- Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
- صاحب مالی و حالی پیش پیر ** هدیه بفرستاد کز وی بد خبیر
- Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
- چار صد دینار بر گوشهی طبق ** نیم دینار دگر اندر ورق
- Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.
- خادم آمد شیخ را اکرام کرد ** و آن طبق بنهاد پیش شیخ فرد
- Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü. 430
- چون طبق را از غطا واکرد رو ** خلق دیدند آن کرامت را از او
- Hepsinden de feryat yüceldi: "Ey şeyhlerin de başı, şahların da, bu neydi?
- آه و افغان از همه برخاست زود ** کای سر شیخان و شاهان این چه بود
- Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi!
- این چه سر است این چه سلطانی است باز ** ای خداوند خداوندان راز
- Biz bilemedik, affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
- ما ندانستیم ما را عفو کن ** بس پراکنده که رفت از ما سخن
- Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.
- ما که کورانه عصاها میزنیم ** لاجرم قندیلها را بشکنیم
- Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk. 435
- ما چو کران ناشنیده یک خطاب ** هرزه گویان از قیاس خود جواب
- Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
- ما ز موسی پند نگرفتیم کاو ** گشت از انکار خضری زرد رو
- Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
- با چنان چشمی که بالا میشتافت ** نور چشمش آسمان را میشکافت
- Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı" dediler.
- کرده با چشمت تعصب موسیا ** از حماقت چشم موش آسیا
- Şeyh, bütün o sözleri size helâl ettim.
- شیخ فرمود آن همه گفتار و قال ** من بحل کردم شما را آن حلال
- Bunun sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim, Allah da bana doğru yolu gösterdi. 440
- سر این آن بود کز حق خواستم ** لاجرم بنمود راه راستم
- O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
- گفت آن دینار اگر چه اندک است ** لیک موقوف غریو کودک است
- Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
- تا نگرید کودک حلوا فروش ** بحر رحمت در نمیآید به جوش
- Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
- ای برادر طفل طفل چشم تست ** کام خود موقوف زاری دان درست
- O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!
- گر همیخواهی که آن خلعت رسد ** پس بگریان طفل دیده بر جسد
- Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması
- ترسانیدن شخصی زاهد را که کم گری تا کور نشوی
- Bir zahide, çalışıp, savaşan bir dostu “Az ağla ki gözün bozulmasın “ dedi. 445
- زاهدی را گفت یاری در عمل ** کم گری تا چشم را ناید خلل
- Zahit dedi ki: “İş iki halden dışarı olamaz. Göz, ya yüzü görür, ya görmez.
- گفت زاهد از دو بیرون نیست حال ** چشم بیند یا نبیند آن جمال
- Eğer Allah nurunu görürse ne gam? Allah visaline erişmek için iki gözden olmak pek değersiz bir şey!
- گر ببیند نور حق خود چه غم است ** در وصال حق دو دیده چه کم است
- Yok, eğer Allah nurunu, Allah ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi!”
- ور نخواهد دید حق را گو برو ** این چنین چشم شقی گو کور شو
- Gözden dolayı gam yeme ki İsa, senindir. Eğri yürüme de sana iki doğru göz bağışlasın.
- غم مخور از دیده کان عیسی تراست ** چپ مرو تا بخشدت دو چشم راست