- Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habîsin maksadı, ancak tamahtır.
- نوحهگر باشد مقلد در حدیث ** جز طمع نبود مراد آن خبیث
- Ağlar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerde, yırtılan etek nerde?
- نوحهگر گوید حدیث سوزناک ** لیک کو سوز دل و دامان چاک
- Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir, öbürü ses gibi!
- از محقق تا مقلد فرقهاست ** کاین چو داود است و آن دیگر صداست
- Bunun sözleri yanıklıktan doğar, öbürüyse söylenmiş köhne sözleri belleyip nakleder.
- منبع گفتار این سوزی بود ** و آن مقلد کهنه آموزی بود
- Kendine gel, kendine! O hüzünlü sözlere kapılma. Öküzün üstünde yük var, kağnı da feryat edip ağlıyor! 495
- هین مشو غره بدان گفت حزین ** بار بر گاو است و بر گردون حنین
- Ama mukallit da sevaptan mahrum değildir. Hesaba gelince ağlayıcıya da para verirler.
- هم مقلد نیست محروم از ثواب ** نوحهگر را مزد باشد در حساب
- Kâfir de Allah der, mümin de. Fakat ikisinin arasında adamakıllı fark var.
- کافر و مومن خدا گویند لیک ** در میان هر دو فرقی هست نیک
- O yoksul, ekmek için Allah der, haramdan çekinense candan, gönülden.
- آن گدا گوید خدا از بهر نان ** متقی گوید خدا از عین جان
- Eğer yoksul, söylediği sözü bilseydi, gözünde ne az kalırdı ne çok!
- گر بدانستی گدا از گفت خویش ** پیش چشم او نه کم ماندی نه پیش
- Ekmek isteyen yıllardır Allah der, fakat saman için Mushaf taşıyan eşeğe benzer. 500
- سالها گوید خدا آن نان خواه ** همچو خر مصحف کشد از بهر کاه
- Dudağındaki gönlünden doğsa, gönlünü aydınlatsaydı bedeni zerre zerre olurdu.
- گر بدل در تافتی گفت لبش ** ذره ذره گشته بودی قالبش
- Şeytan’ın adı büyü yapmaya yara, sen de Allah adıyla mangır elde edersin!
- نام دیوی ره برد در ساحری ** تو به نام حق پشیزی میبری
- Köylünün karanlıkta öküz sanıp aslanı okşaması
- خاریدن روستایی در تاریکی شیر را به گمان آن که گاو اوست
- Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi, yerine geçip oturdu.
- روستایی گاو در آخر ببست ** شیر گاوش خورد و بر جایش نشست
- Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu.
- روستایی شد در آخر سوی گاو ** گاو را میجست شب آن کنج کاو
- Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı. 505
- دست میمالید بر اعضای شیر ** پشت و پهلو گاه بالا گاه زیر
- Aslan “ Aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi.
- گفت شیر ار روشنی افزون شدی ** زهرهاش بدریدی و دل خون شدی
- Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
- این چنین گستاخ ز آن میخاردم ** کاو درین شب گاو میپنداردم
- Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı?
- حق همیگوید که ای مغرور کور ** نه ز نامم پاره پاره گشت طور
- Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi.
- که لو انزلنا کتابا للجبل ** لانصدع ثم انقطع ثم ارتحل
- Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor, 510
- از من ار کوه احد واقف بدی ** پاره گشتی و دلش پر خون شدی
- Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın.
- از پدر وز مادر این بشنیدهای ** لاجرم غافل در این پیچیدهای
- Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfuyla nişansız bir hale gelir, hâtife benzersin.
- گر تو بیتقلید از این واقف شوی ** بینشان از لطف چون هاتف شوی
- Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!
- بشنو این قصه پی تهدید را ** تا بدانی آفت تقلید را
- Sofilerin, sema için konuğun eşeğini satmaları
- فروختن صوفیان بهیمهی مسافر را جهت سماع
- Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.
- صوفیی در خانقاه از ره رسید ** مرکب خود برد و در آخر کشید
- Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı. 515
- آب کش داد و علف از دست خویش ** نه چنان صوفی که ما گفتیم پیش