- Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi, yerine geçip oturdu.
- روستایی گاو در آخر ببست ** شیر گاوش خورد و بر جایش نشست
- Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu.
- روستایی شد در آخر سوی گاو ** گاو را میجست شب آن کنج کاو
- Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı. 505
- دست میمالید بر اعضای شیر ** پشت و پهلو گاه بالا گاه زیر
- Aslan “ Aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi.
- گفت شیر ار روشنی افزون شدی ** زهرهاش بدریدی و دل خون شدی
- Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
- این چنین گستاخ ز آن میخاردم ** کاو درین شب گاو میپنداردم
- Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı?
- حق همیگوید که ای مغرور کور ** نه ز نامم پاره پاره گشت طور
- Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi.
- که لو انزلنا کتابا للجبل ** لانصدع ثم انقطع ثم ارتحل
- Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor, 510
- از من ار کوه احد واقف بدی ** پاره گشتی و دلش پر خون شدی
- Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın.
- از پدر وز مادر این بشنیدهای ** لاجرم غافل در این پیچیدهای
- Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfuyla nişansız bir hale gelir, hâtife benzersin.
- گر تو بیتقلید از این واقف شوی ** بینشان از لطف چون هاتف شوی
- Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!
- بشنو این قصه پی تهدید را ** تا بدانی آفت تقلید را
- Sofilerin, sema için konuğun eşeğini satmaları
- فروختن صوفیان بهیمهی مسافر را جهت سماع
- Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.
- صوفیی در خانقاه از ره رسید ** مرکب خود برد و در آخر کشید
- Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı. 515
- آب کش داد و علف از دست خویش ** نه چنان صوفی که ما گفتیم پیش
- İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur?
- احتیاطش کرد از سهو و خباط ** چون قضا آید چه سود است احتیاط
- Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helâk edici bir küfür ola yazdı.
- صوفیان در جوع بودند و فقیر ** کاد فقر أن یعی کفرا یبیر
- Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!
- ای توانگر که تو سیری هین مخند ** بر کجی آن فقیر دردمند
- O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler.
- از سر تقصیر آن صوفی رمه ** خر فروشی در گرفتند آن همه
- Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur. 520
- کز ضرورت هست مرداری مباح ** بس فسادی کز ضرورت شد صلاح
- Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar.
- هم در آن دم آن خرک بفروختند ** لوت آوردند و شمع افروختند
- Tekkeye, bu gece yemek var, sema var diye bir velveledir düştü.
- ولوله افتاد اندر خانقه ** کامشبان لوت و سماع است و شره
- “Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek?
- چند از این صبر و از این سه روزه چند ** چند از این زنبیل و این دریوزه چند
- Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.
- ما هم از خلقیم و جان داریم ما ** دولت امشب میهمان داریم ما
- Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler. 525
- تخم باطل را از آن میکاشتند ** کان که آن جان نیست جان پنداشتند
- O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı,
- و آن مسافر نیز از راه دراز ** خسته بود و دید آن اقبال و ناز
- Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,
- صوفیانش یک به یک بنواختند ** نرد خدمتهای خوش میباختند