- İhtiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü kalp parayı altından fark edemez ki.
- طالب زر گشته جمله پیر و خام ** لیک قلب از زر نداند چشم عام
- Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkışma. 745
- پرتوی بر قلب زد خالص ببین ** بیمحک زر را مکن از ظن گزین
- Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim et.
- گر محک داری گزین کن ور نه رو ** نزد دانا خویشتن را کن گرو
- Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp ilerleme.
- یا محک باید میان جان خویش ** ور ندانی ره مرو تنها تو پیش
- Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe çeken tanıdık sesine benzer.
- بانگ غولان هست بانگ آشنا ** آشنایی که کشد سوی فنا
- “Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta” diye bağırırlar.
- بانگ میدارد که هان ای کاروان ** سوی من آیید نک راه و نشان
- Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır. 750
- نام هر یک میبرد غول ای فلان ** تا کند آن خواجه را از آفلان
- Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
- چون رسد آن جا ببیند گرگ و شیر ** عمر ضایع راه دور و روز دیر
- Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
- چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
- İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
- از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
- Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
- ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
- Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki. 755
- صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس
- Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.
- تا بود کز دیدهگان هفت رنگ ** دیدهای پیدا کند صبر و درنگ
- O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.
- رنگها بینی بجز این رنگها ** گوهران بینی به جای سنگها
- Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
- گوهر چه بلکه دریایی شوی ** آفتاب چرخ پیمایی شوی
- İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün.
- کار کن در کارگه باشد نهان ** تو برو در کارگه بینش عیان
- Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin. 760
- کار چون بر کار کن پرده تنید ** خارج آن کار نتوانیش دید
- Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.
- کارگه چون جای باش عامل است ** آن که بیرون است از وی غافل است
- O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
- پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم
- Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
- کارگه چون جای روشن دیدهگی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است
- İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
- رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
- Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. 765
- لاجرم میخواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در
- Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
- خود قضا بر سبلت آن حیلهمند ** زیر لب میکرد هر دم ریشخند
- O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
- صد هزاران طفل کشت او بیگناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله
- Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
- تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون