- Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler. 790
- دشمن آن باشد که قصد جان کند ** دشمن آن نبود که خود جان میکند
- Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş, kendi kendisine düşman olmuştur.
- نیست خفاشک عدوی آفتاب ** او عدوی خویش آمد در حجاب
- Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?
- تابش خورشید او را میکشد ** رنج او خورشید هرگز کی کشد
- Düşman, ona derler ki ondan bir azap, bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lâl olmasına mümanaat etsin!
- دشمن آن باشد کز او آید عذاب ** مانع آید لعل را از آفتاب
- Halbuki kâfirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.!
- مانع خویشند جملهی کافران ** از شعاع جوهر پیغمبران
- Halk, nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilâkis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar. 795
- کی حجاب چشم آن فردند خلق ** چشم خود را کور و کژ کردند خلق
- Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi!
- چون غلام هندویی کاو کین کشد ** از ستیزهی خواجه خود را میکشد
- Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar, helâk olup gider!
- سر نگون میافتد از بام سرا ** تا زیانی کرده باشد خواجه را
- Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)!
- گر شود بیمار دشمن با طبیب ** ور کند کودک عداوت با ادیب
- Hakikatte hasta da, çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir.
- در حقیقت ره زن جان خودند ** راه عقل و جان خود را خود زدند
- Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse, 800
- گازری گر خشم گیرد ز آفتاب ** ماهیی گر خشم میگیرد ز آب
- Bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?
- تو یکی بنگر که را دارد زیان ** عاقبت که بود سیاه اختر از آن
- Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
- گر ترا حق آفریند زشت رو ** هان مشو هم زشت رو هم زشت خو
- Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma!
- ور برد کفشت مرو در سنگلاخ ** ور دو شاخ استت مشو تو چار شاخ
- Sen “ Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,
- تو حسودی کز فلان من کمترم ** میفزاید کمتری در اخترم
- Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter! 805
- خود حسد نقصان و عیبی دیگر است ** بلکه از جمله کمیها بدتر است
- Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
- آن بلیس از ننگ و عار کمتری ** خویش را افکند در صد ابتری
- Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı.
- از حسد میخواست تا بالا بود ** خود چه بالا بلکه خونپالا بود
- Ebucehil, Muhammet’e uymaya utandı, hasedinden kendisini yüceltmeye, ondan yüksek olmaya çalıştı.
- آن ابو جهل از محمد ننگ داشت ** وز حسد خود را به بالا میفراشت
- Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!
- بو الحکم نامش بد و بو جهل شد ** ای بسا اهل از حسد نااهل شد
- Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. 810
- من ندیدم در جهان جست و جو ** هیچ اهلیت به از خوی نکو
- Allah, mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti.
- انبیا را واسطه ز آن کرد حق ** تا پدید آید حسدها در قلق
- Çünkü Allahtan kimse arlanmaz, Allah’a kimse haset etmez.
- ز انکه کس را از خدا عاری نبود ** حاسد حق هیچ دیاری نبود
- Fakat halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona haset eder.
- آن کسی کش مثل خود پنداشتی ** ز آن سبب با او حسد برداشتی
- Fakat peygamberin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar.
- چون مقرر شد بزرگی رسول ** پس حسد ناید کسی را از قبول