- Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. 845
- آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان
- Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
- چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
- O evde inci mi var, buğday mı; altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?
- کاندر آن خانه گهر یا گندم است ** گنج زر یا جمله مار و کژدم است
- Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.
- یا در او گنج است و ماری بر کران ** ز انکه نبود گنج زر بیپاسبان
- Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
- بیتامل او سخن گفتی چنان ** کز پس پانصد تامل دیگران
- Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu… 850
- گفتی اندر باطنش دریاستی ** جمله دریا گوهر گویاستی
- Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
- نور هر گوهر کز او تابان شدی ** حق و باطل را از او فرقان شدی
- Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.
- نور فرقان فرق کردی بهر ما ** ذره ذره حق و باطل را جدا
- O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.
- نور گوهر نور چشم ما شدی ** هم سؤال و هم جواب از ما بدی
- Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
- چشم کژ کردی دو دیدی قرص ماه ** چون سؤال است این نظر در اشتباه
- Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! 855
- راست گردان چشم را در ماهتاب ** تا یکی بینی تو مه را نک جواب
- Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır.
- فکرتت که کژ مبین نیکو نگر ** هست آن فکرت شعاع آن گهر
- Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
- هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل
- Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
- گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال
- Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, hâlbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir.
- در شنود گوش تبدیل صفات ** در عیان دیدها تبدیل ذات
- Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. 860
- ز آتش ار علمت یقین شد از سخن ** پختگی جو در یقین منزل مکن
- Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.
- تا نسوزی نیست آن عین الیقین ** این یقین خواهی در آتش در نشین
- Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
- گوش چون نافذ بود دیده شود ** ور نه قل در گوش پیچیده شود
- Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
- این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
- Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
- به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
- Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
- آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا
- Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. 865
- کاف رحمت گفتمش تصغیر نیست ** جد چو گوید طفلکم تحقیر نیست
- İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
- چون بیامد آن دوم در پیش شاه ** بود او گنده دهان دندان سیاه
- Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
- گر چه شه ناخوش شد از گفتار او ** جستجویی کرد هم ز اسرار او
- “Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
- گفت با این شکل و این گند دهان ** دور بنشین لیک آن سو تر مران
- Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.
- که تو اهل نامه و رقعه بدی ** نه جلیس و یار و هم بقعه بدی