English    Türkçe    فارسی   

2
849-873

  • Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
  • بی‏تامل او سخن گفتی چنان ** کز پس پانصد تامل دیگران‏
  • Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu… 850
  • گفتی اندر باطنش دریاستی ** جمله دریا گوهر گویاستی‏
  • Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
  • نور هر گوهر کز او تابان شدی ** حق و باطل را از او فرقان شدی‏
  • Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.
  • نور فرقان فرق کردی بهر ما ** ذره ذره حق و باطل را جدا
  • O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.
  • نور گوهر نور چشم ما شدی ** هم سؤال و هم جواب از ما بدی‏
  • Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
  • چشم کژ کردی دو دیدی قرص ماه ** چون سؤال است این نظر در اشتباه‏
  • Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! 855
  • راست گردان چشم را در ماهتاب ** تا یکی بینی تو مه را نک جواب‏
  • Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır.
  • فکرتت که کژ مبین نیکو نگر ** هست آن فکرت شعاع آن گهر
  • Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
  • هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل‏
  • Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
  • گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال‏
  • Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, hâlbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir.
  • در شنود گوش تبدیل صفات ** در عیان دیدها تبدیل ذات‏
  • Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. 860
  • ز آتش ار علمت یقین شد از سخن ** پختگی جو در یقین منزل مکن‏
  • Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.
  • تا نسوزی نیست آن عین الیقین ** این یقین خواهی در آتش در نشین‏
  • Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
  • گوش چون نافذ بود دیده شود ** ور نه قل در گوش پیچیده شود
  • Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
  • Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
  • به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
  • Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
  • آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا
  • Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. 865
  • کاف رحمت گفتمش تصغیر نیست ** جد چو گوید طفلکم تحقیر نیست‏
  • İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
  • چون بیامد آن دوم در پیش شاه ** بود او گنده دهان دندان سیاه‏
  • Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
  • گر چه شه ناخوش شد از گفتار او ** جستجویی کرد هم ز اسرار او
  • “Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
  • گفت با این شکل و این گند دهان ** دور بنشین لیک آن سو تر مران‏
  • Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.
  • که تو اهل نامه و رقعه بدی ** نه جلیس و یار و هم بقعه بدی‏
  • Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben de hünerli bir doktorum. 870
  • تا علاج آن دهان تو کنیم ** تو حبیب و ما طبیب پر فنیم‏
  • Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz yummak doğru değil.
  • بهر کیکی نو گلیمی سوختن ** نیست لایق از تو دیده دوختن‏
  • Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl bir göreyim” dedi.
  • با همه بنشین دو سه دستان بگو ** تا ببینم صورت عقلت نکو
  • O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı.
  • آن ذکی را پس فرستاد او به کار ** سوی حمامی که رو خود را بخار