English    Türkçe    فارسی   

2
875-899

  • Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu. 875
  • آن نه‏ای که خواجه‏تاش تو نمود ** از تو ما را سرد می‏کرد آن حسود
  • Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.
  • گفت او دزد و کژ است و کژنشین ** حیز و نامرد و چنان است و چنین‏
  • Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim.
  • گفت پیوسته بده ست او راست گو ** راست گویی من ندیده ستم چو او
  • Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
  • راست گویی در نهادش خلقتی است ** هر چه گوید من نگویم تهمتی است‏
  • O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu.
  • کژ ندانم آن نکو اندیش را ** متهم دارم وجود خویش را
  • Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. 880
  • باشد او در من ببیند عیبها ** من نبینم در وجود خود شها
  • Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?
  • هر کسی گر عیب خود دیدی ز پیش ** کی بدی فارغ خود از اصلاح خویش‏
  • Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.
  • غافلند این خلق از خود ای پدر ** لاجرم گویند عیب همدگر
  • Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.
  • من نبینم روی خود را ای شمن ** من ببینم روی تو تو روی من‏
  • Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.
  • آن کسی که او ببیند روی خویش ** نور او از نور خلقان است بیش‏
  • O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. 885
  • گر بمیرد دید او باقی بود ** ز انکه دیدش دید خلاقی بود
  • Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”.
  • نور حسی نبود آن نوری که او ** روی خود محسوس بیند پیش رو
  • Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle
  • گفت اکنون عیبهای او بگو ** آن چنان که گفت او از عیب تو
  • Ki, benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi.
  • تا بدانم که تو غم خوار منی ** کدخدای ملکت و کار منی‏
  • Köle dedi ki; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim:
  • گفت ای شه من بگویم عیبهاش ** گر چه هست او مر مرا خوش خواجه‏تاش‏
  • Kusuru; sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zekâ ve dostluktur. 890
  • عیب او مهر و وفا و مردمی ** عیب او صدق و ذکا و هم دمی‏
  • En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Canını da verir.
  • کمترین عیبش جوانمردی و داد ** آن جوانمردی که جان را هم بداد
  • Allah bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu görmeyen kişi nasıl cömert olabilir?
  • صد هزاران جان خدا کرده پدید ** چه جوانمردی بود کان را ندید
  • Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın?
  • ور بدیدی کی به جان بخلش بدی ** بهر یک جان کی چنین غمگین شدی‏
  • Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.
  • بر لب جو بخل آب آن را بود ** کاو ز جوی آب نابینا بود
  • Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen, 895
  • گفت پیغمبر که هر که از یقین ** داند او پاداش خود در یوم دین‏
  • Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder.” dedi.
  • که یکی را ده عوض می‏آیدش ** هر زمان جودی دگرگون زایدش‏
  • Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir. Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır.
  • جود جمله از عوضها دیدن است ** پس عوض دیدن ضد ترسیدن است‏
  • Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir.
  • بخل نادیدن بود اعواض را ** شاد دارد دید در خواض را
  • Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz.
  • پس به عالم هیچ کس نبود بخیل ** ز انکه کس چیزی نبازد بی‏بدیل‏