- Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.
- گفت او دزد و کژ است و کژنشین ** حیز و نامرد و چنان است و چنین
- Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim.
- گفت پیوسته بده ست او راست گو ** راست گویی من ندیده ستم چو او
- Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
- راست گویی در نهادش خلقتی است ** هر چه گوید من نگویم تهمتی است
- O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu.
- کژ ندانم آن نکو اندیش را ** متهم دارم وجود خویش را
- Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. 880
- باشد او در من ببیند عیبها ** من نبینم در وجود خود شها
- Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?
- هر کسی گر عیب خود دیدی ز پیش ** کی بدی فارغ خود از اصلاح خویش
- Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.
- غافلند این خلق از خود ای پدر ** لاجرم گویند عیب همدگر
- Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.
- من نبینم روی خود را ای شمن ** من ببینم روی تو تو روی من
- Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.
- آن کسی که او ببیند روی خویش ** نور او از نور خلقان است بیش
- O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. 885
- گر بمیرد دید او باقی بود ** ز انکه دیدش دید خلاقی بود
- Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”.
- نور حسی نبود آن نوری که او ** روی خود محسوس بیند پیش رو
- Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle
- گفت اکنون عیبهای او بگو ** آن چنان که گفت او از عیب تو
- Ki, benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim” dedi.
- تا بدانم که تو غم خوار منی ** کدخدای ملکت و کار منی
- Köle dedi ki; “Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını söyleyeyim:
- گفت ای شه من بگویم عیبهاش ** گر چه هست او مر مرا خوش خواجهتاش
- Kusuru; sevgi, vefa, insanlık, doğruluk, zekâ ve dostluktur. 890
- عیب او مهر و وفا و مردمی ** عیب او صدق و ذکا و هم دمی
- En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Canını da verir.
- کمترین عیبش جوانمردی و داد ** آن جوانمردی که جان را هم بداد
- Allah bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu görmeyen kişi nasıl cömert olabilir?
- صد هزاران جان خدا کرده پدید ** چه جوانمردی بود کان را ندید
- Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın?
- ور بدیدی کی به جان بخلش بدی ** بهر یک جان کی چنین غمگین شدی
- Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.
- بر لب جو بخل آب آن را بود ** کاو ز جوی آب نابینا بود
- Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen, 895
- گفت پیغمبر که هر که از یقین ** داند او پاداش خود در یوم دین
- Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder.” dedi.
- که یکی را ده عوض میآیدش ** هر زمان جودی دگرگون زایدش
- Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir. Şu halde karşılığı görüş, korkunun zıddıdır.
- جود جمله از عوضها دیدن است ** پس عوض دیدن ضد ترسیدن است
- Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir.
- بخل نادیدن بود اعواض را ** شاد دارد دید در خواض را
- Eğer cömertliğe karşılık verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz.
- پس به عالم هیچ کس نبود بخیل ** ز انکه کس چیزی نبازد بیبدیل
- Şu halde cömertlik gözden gelir, elden değil. İşe yarayan görüştür, gözü açıktan başkası kurtulamaz. 900
- پس سخا از چشم آمد نه ز دست ** دید دارد کار جز بینا نرست