- Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
- حق به من بنمود پس پاداش کار ** وز صورهای عملها صد هزار
- Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli değildir” dedi.
- تو نشانی ده که من دانم تمام ** ماه را بر من نمیپوشد غمام
- Köle, mademki olanı, biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne, deyince;
- گفت پس از گفت من مقصود چیست ** چون تو میدانی که آن چه بود چیست
- Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allah’ın ilmindekileri izhar etmektir.
- گفت شه حکمت در اظهار جهان ** آن که دانسته برون آید عیان
- Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez. 995
- آن چه میدانست تا پیدا نکرد ** بر جهان ننهاد رنج طلق و درد
- Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın.
- یک زمان بیکار نتوانی نشست ** تا بدی یا نیکیی از تو نجست
- Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
- این تقاضاهای کار از بهر آن ** شد موکل تا شود سرت عیان
- Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
- پس کلابهی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشتهی ضمیرش میکشد
- Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
- تاسهی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بیکاری بود چون جان کنش
- Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir. 1000
- این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد
- Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
- چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب
- Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
- این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیدهای باید منور نیک نیک
- Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
- شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
- Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
- گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست
- Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
- چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام
- “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
- گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
- Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
- ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همیگوید برای تو فلان
- O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
- شاد گشتی هر که رویت دیدهیی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی
- Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
- گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه
- Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
- گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
- Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
- خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
- Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
- کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت
- Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
- کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
- Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ Kâfi” dedi.
- چون دمادم کرد هجوش چون جرس ** دست بر لب زد شهنشاهش که بس
- “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı. 1015
- گفت دانستم ترا از وی بدان ** از تو جان گنده ست و از یارت دهان