- Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
- عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
- Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur. 125
- میشمارد میدهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف
- Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
- گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
- Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
- پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
- Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
- در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
- Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
- عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
- O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz. 130
- وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد
- Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
- بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
- Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
- خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
- Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
- گورخانه و قبهها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
- Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
- بنگر اکنون زنده اطلسپوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
- Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur. 135
- در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او
- Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
- از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشهها او زار زار
- Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
- و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
- Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
- بازگشتن به حکایت پیل
- Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
- گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
- Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
- با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیلبچگان کم روید
- Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur. 140
- من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح
- Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
- من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
- Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
- هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
- Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
- این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
- Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
- ناگهان دیدند سوی جادهای ** پور پیلی فربهی نو زادهای
- Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar. 145
- اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست
- Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
- آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
- Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
- از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
- Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
- پس بیفتادند و خفتند آن همه ** وان گرسنه چون شبان اندر رمه