English    Türkçe    فارسی   

3
1701-1725

  • “Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi.
  • گفت تا سالی نخواهم خورد آب ** آنچنان کرد و خدایش داد تاب
  • Onun bu pek ehemmiyetsiz mücahedesi, din içindi, bu yüzden de sultan oldu, arifler kutbu oldu.
  • این کمینه جهد او بد بهر دین ** گشت او سلطان و قطب العارفین
  • Şeyhin de eli boğazı yüzünden kesildi ve o zahit adamın şikâyet kapısı bağlandı.
  • چون بریده شد برای حلق دست ** مرد زاهد را در شکوی ببست
  • Adı halk arasında “Şeyh-i Akta’- eli kesik şeyh-” kaldı, halk onu bu adla tanıdı.
  • شیخ اقطع گشت نامش پیش خلق ** کرد معروفش بدین آفات حلق
  • Şeyh-i Akta’ın kerameti ve iki elle zembil örmesi
  • کرامات شیخ اقطع و زنبیل بافتن او بدو دست
  • Onu birisi ottan, çöpten yapılmış bir gölgelikte ziyaret etti. İki elle zembil örmekte olduğunu gördü. 1705
  • در عریش او را یکی زایر بیافت ** کو بهر دو دست می زنبیل بافت
  • Şeyh ona “Ey canının düşmanı, neden böyle küstahlık edip yanıma geldin?
  • گفت او را ای عدو جان خویش ** در عریشم آمده سر کرده پیش
  • Neden izinsiz içeri girdin?” dedi. Adam, “ Sevgimden fazla iştiyakımdan” deyince,
  • این چراکردی شتاب اندر سباق ** گفت از افراط مهر و اشتیاق
  • Şeyh gülümsedi de dedi ki: “Öyleyse gel… Fakat ey ulu kişi, bunu gizle.
  • پس تبسم کرد و گفت اکنون بیا ** لیک مخفی دار این را ای کیا
  • Ben ölmeden ne bir dosta, ne bir sevgiliye ne de bir aşağılık kişiye, hiç ama hiç kimseye söyleme!
  • تا نمیرم من مگو این با کسی ** نه قرینی نه حبیبی نه خسی
  • Bundan sonra bir bölük halk onu iki elle zembili örerken penceresinden gördüler. 1710
  • بعد از آن قومی دگر از روزنش ** مطلع گشتند بر بافیدنش
  • Şeyh, “Yarabbi, hikmetini sen bilirsin. Ben gizliyorum, sen aşikâr ediyorsun” dedi.
  • گفت حکمت را تو دانی کردگار ** من کنم پنهان تو کردی آشکار
  • Ona şöyle ilham geldi. “ Birkaç kişi, senin elinin kesik olması kınadılar, sana münkir oldular.
  • آمد الهامش که یکچندی بدند ** که درین غم بر تو منکر می‌شدند
  • O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler.
  • که مگر سالوس بود او در طریق ** که خدا رسواش کرد اندر فریق
  • Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.
  • من نخواهم کان رمه کافر شوند ** در ضلالت در گمان بد روند
  • Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim. 1715
  • این کرامت را بکردیم آشکار ** که دهیمت دست اندر وقت کار
  • Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar.
  • تا که آن بیچارگان بد گمان ** رد نگردند از جناب آسمان
  • Ben sana bu kerametler olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim.
  • من ترا بی این کرامتها ز پیش ** خود تسلی دادمی از ذات خویش
  • Bu kerametleri ise ancak onlar için verdim, bu mumu ancak onlar için yaktım.
  • این کرامت بهر ایشان دادمت ** وین چراغ از بهر آن بنهادمت
  • Sen, ölümden, bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.
  • تو از آن بگذشته‌ای کز مرگ تن ** ترسی وز تفریق اجزای بدن
  • Sende, başının, ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi bırakmak, senin için ulu bir siper oldu.” 1720
  • وهم تفریق سر و پا از تو رفت ** دفع وهم اسپر رسیدت نیک زفت
  • Firavun sihirbazlarının elleriyle ayaklarının kesilmesine aldırış etmemelerindeki sebep
  • سبب جرات ساحران فرعون بر قطع دست و پا
  • Firavun, sihirbazları yeryüzünde öldürmekle tehdit etmedi mi?
  • ساحران را نه که فرعون لعین ** کرد تهدید سیاست بر زمین
  • Sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazına kestirir sizi asarım, affetmem demedi mi?
  • که ببرم دست و پاتان از خلاف ** پس در آویزم ندارمتان معاف
  • O, sihirbazların vehme düşeceklerini, korkacaklarının, vesveseye uğrayacaklarını sanıyordu.
  • او همی‌پنداشت کایشان در همان ** وهم و تخویفند و وسواس و گمان
  • Titremeye başlayacaklarını, ürküp korkacakların, bu tehditlerden vehmedeceklerini umuyordu.
  • که بودشان لرزه و تخویف و ترس ** از توهمها و تهدیدات نفس
  • Bilmiyordu ki onlar, bu işlerden kurtulmuşlar, gönül nurunun göründüğü pencerenin önüne oturmuşlar… 1725
  • او نمی‌داست کایشان رسته‌اند ** بر دریچه‌ی نور دل بنشسته‌اند