English    Türkçe    فارسی   

3
1896-1920

  • Hiçbir konuk mahrum kalmaz. Herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
  • که نماند هیچ مهمان بی نوا ** هر کسی یابد غذای خود جدا
  • O sofra, Kur’an’a benzer; Kur’an’ın da yedi manası vardır; alelâde halk da ondan doyar, halkın bilgide, irfanda ileri gelenleri de” dedi.
  • همچو قرآن که بمعنی هفت توست ** خاص را و عام را مطعم دروست
  • Derviş dedi ki: “ Herkesçe şu muhakkaktır ki âlem Allah emrine râm olmuştur.
  • گفت این باری یقین شد پیش عام ** که جهان در امر یزدانست رام
  • O padişahın kaza ve kaderi olmadıkça ağaçtan yaprak bile düşmez.
  • هیچ برگی در نیفتد از درخت ** بی قضا و حکم آن سلطان بخت
  • Allah lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez. 1900
  • از دهان لقمه نشد سوی گلو ** تا نگوید لقمه را حق که ادخلوا
  • İnsanların yuları, dizgini olan, insanları dilediği yere sürüp götüren istekler de o gani Allah’ın emriyle meydana gelir.
  • میل و رغبت کان زمام آدمیست ** جنبش آن رام امر آن غنیست
  • Yeryüzünde olsun, göklerde olsun… Bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpmaz, harekete gelemez;
  • در زمینها و آسمانها ذره‌ای ** پر نجنباند نگردد پره‌ای
  • Onun yürür ve kadim fermanı olmadıkça kımıldayamaz bile. Bunu anlatmaya imkân da yoktur, bu hususta ısrar da hoş değil.
  • جز به فرمان قدیم نافذش ** شرح نتوان کرد و جلدی نیست خوش
  • Ağaçların yapraklarını kim sayabilir? Sonu olmayan şey, nasıl söze sığar?
  • کی شمرد برگ درختان را تمام ** بی‌نهایت کی شود در نطق رام
  • Sen şu kadar duy, mademki bütün işler, Allah’ın emrine tabi; Allah’ın emri olmadıkça hiçbir şey olmuyor. 1905
  • این قدر بشنو که چون کلی کار ** می‌نگردد جز بامر کردگار
  • Allah’ın takdiri, kulun rızası olur; kul Allah takdirine rıza verir, onun hükmünü diler, isterse…
  • چون قضای حق رضای بنده شد ** حکم او را بنده‌ی خواهنده شد
  • Zorla yahut sevaba girmek için değil de bu razılık, kendiliğinden meydana gelir, ona hoş görünürse,
  • بی تکلف نه پی مزد و ثواب ** بلک طبع او چنین شد مستطاب
  • Artık o kul yaşamayı bu lezzetli hayattan zevk almak için istemez. Hayatı kendisi için istenen bir şey olmaktan çıkar.
  • زندگی خود نخواهد بهر خوذ ** نه پی ذوقی حیات مستلذ
  • Ezelî emir, neyse ona uyarı hayatla ölüm, onun yanında bir olur.
  • هرکجا امر قدم را مسلکیست ** زندگی و مردگی پیشش یکیست
  • Yaşarsa Allah için yaşar, mal, mülk ve hazine için değil… Ölürse Allah için ölür, korkudan hastalıktan değil! 1910
  • بهر یزدان می‌زید نه بهر گنج ** بهر یزدان می‌مرد نه از خوف رنج
  • İmanı, onun dileği, onun rızası içindir, cennet için, ağaçlar, ırmaklar için değil!
  • هست ایمانش برای خواست او ** نه برای جنت و اشجار و جو
  • Küfrü terk edişi de cehenneme gideceğim diye korkudan değildir, Allah içindir.
  • ترک کفرش هم برای حق بود ** نه ز بیم آنک در آتش رود
  • Bu ahlâk, ona ezelden verilmiştir; gözü ve sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş aydın olmuştur.
  • این چنین آمد ز اصل آن خوی او ** نه ریاضت نه بجست و جوی او
  • Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir.
  • آنگهان خندد که او بیند رضا ** همچو حلوای شکر او را قضا
  • Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?” 1915
  • بنده‌ای کش خوی و خلقت این بود ** نه جهان بر امر و فرمانش رود
  • Peki… Neden dua edip de Yarabbi, bu takdiri sen tebdil et diye yalvarsın?
  • پس چرا لابه کند او یا دعا ** که بگردان ای خداوند این قضا
  • İşte şeyhe göre Allah rızası bakımından kendi ölümü de evlâtlarının ölümü de helva gibiydi.
  • مرگ او و مرگ فرزندان او ** بهر حق پیشش چو حلوا در گلو
  • O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti.
  • نزع فرزندان بر آن باوفا ** چون قطایف پیش شیخ بی‌نوا
  • O halde Allah rızasını, duada görmedikçe neden dua etsin?
  • پس چراگوید دعا الا مگر ** در دعا بیند رضای دادگر
  • Doğru yolu bulan bu çeşit kulun şefaati de acımaktan değildir, duası da. 1920
  • آن شفاعت و آن دعا نه از رحم خود ** می‌کند آن بنده‌ی صاحب رشد