- Allah’ın sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden tuttuğu, sizi tehlikeden kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez” diye bağırmaktaydı.
- یادتان ناید که روزی در خطر ** دستتان بگرفت یزدان از قدر
- Şeytan böyle söylüyordu ama can kulağı ile duyanlardan başkası bu sözü duymuyordu ki! 2195
- این همیآمد ندا از دیو لیک ** این سخن را نشنود جز گوش نیک
- Mustafa, o kutup, o padişahlar padişahı, o temizlik denizi bize ne doğru buyurmuştur:
- راست فرمودست با ما مصطفی ** قطب و شاهنشاه و دریای صفا
- “Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.”
- کانچ جاهل دید خواهد عاقبت ** عاقلان بینند ز اول مرتبت
- İşlerin sonu ilk zamanlarda gizlidir ama akıllı, akıbeti önce görür; günaha dalıp ısrar edense meydana çıkınca!
- کارها ز آغاز اگر غیبست و سر ** عاقل اول دید و آخر آن مصر
- Her şeyin sonu, önden belli olmaz, gizlidir. Fakat meydana çıkınca akıllı da görür, cahil de!
- اولش پوشیده باشد و آخر آن ** عاقل و جاهل ببیند در عیان
- Mademki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele verme behey inatçı! 2200
- گر نبینی واقعهی غیب ای عنود ** حزم را سیلاب کی اندر ربود
- İhtiyat nedir? Her an ansızın gelebilecek bir belâyı görmek!
- حزم چه بود بدگمانی بر جهان ** دم بدم بیند بلای ناگهان
- İhtiyatlı adamın düşünceleri
- تصورات مرد حازم
- Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp ormanlığa götürür ya…
- آنچنانک ناگهان شیری رسید ** مرد را بربود و در بیشه کشید
- O adam, aslan tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din üstadı, onu düşün!
- او چه اندیشد در آن بردن ببین ** تو همان اندیش ای استاد دین
- Kaza ve kader aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır, ormanlara götürüverir.
- میکشد شیر قضا در بیشهها ** جان ما مشغول کار و پیشهها
- Bu da şuna benzer: Halk, yoksulluktan korkar, ama boğazlarına kadar acı suya batarlar. 2205
- آنچنانک از فقر میترسند خلق ** زیر آب شور رفته تا به حلق
- O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler aşikâr olurdu.
- گر بترسندی از آن فقرآفرین ** گنجهاشان کشف گشتی در زمین
- Hepsi de gam korkusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla yokluğa düşmüşlerdir!
- جملهشان از خوف غم در عین غم ** در پی هستی فتاده در عدم
- Dekukî’nin şefaat etmesi ve geminin kurtulmasına duası
- دعا و شفاعت دقوقی در خلاص کشتی
- Dekukî o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı.
- چون دقوقی آن قیامت را بدید ** رحم او جوشید و اشک او دوید
- Yarabbi, dedi, onların yaptıklarına bakma, ey lütuf sahibi padişah, ellerini tut, imdatlarına yetiş.
- گفت یا رب منگر اندر فعلشان ** دستشان گیر ای شه نیکو نشان
- Ey eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar. 2210
- خوش سلامتشان به ساحل با زبر ** ای رسیده دست تو در بحر و بر
- Ey ebedî kerem merhamet sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü defet!
- ای کریم و ای رحیم سرمدی ** در گذار از بدسگالان این بدی
- Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Allah.
- ای بداده رایگان صد چشم و گوش ** بی ز رشوت بخش کرده عقل و هوش
- Sen, biz hak etmeden lütuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün.
- پیش از استحقاق بخشیده عطا ** دیده از ما جمله کفران و خطا
- Ey ulu Allah, bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunları lütfunla affetmeye kaadirsin.
- ای عظیم از ما گناهان عظیم ** تو توانی عفو کردن در حریم
- Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi. 2215
- ما ز آز و حرص خود را سوختیم ** وین دعا را هم ز تو آموختیم
- Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.
- حرمت آن که دعا آموختی ** در چنین ظلمت چراغ افروختی
- İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
- همچنین میرفت بر لفظش دعا ** آن زمان چون مادران با وفا
- Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua, gökyüzüne yüceltmekteydi.
- اشک میرفت از دو چشمش و آن دعا ** بی خود از وی می بر آمد بر سما