- İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,
- حزم آن باشد که گویی تخمهام ** یا سقیمم خستهی این دخمهام
- Yâhut “ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
- یا سرم دردست درد سر ببر ** یا مرا خواندست آن خالو پسر
- Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler meydana getirir.
- زانک یک نوشت دهد با نیشها ** که بکارد در تو نوشش ریشها
- Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey, oltada ettir. 225
- زر اگر پنجاه اگر شصتت دهد ** ماهیا او گوشت در شستت دهد
- Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü çürümüş cevizdir.
- گر دهد خود کی دهد آن پر حیل ** جوز پوسیدست گفتار دغل
- Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder. Yüz binlerce aklı bile bir pula saymaz.
- ژغژغ آن عقل و مغزت را برد ** صد هزاران عقل را یک نشمرد
- Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen Vise’den başkasını arama.
- یار تو خرجین تست و کیسهات ** گر تو رامینی مجو جز ویسهات
- Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana âfettir.
- ویسه و معشوق تو هم ذات تست ** وین برونیها همه آفات تست
- İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin. 230
- حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند
- Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
- دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
- Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
- مرغ مرده پیش بنهاده که این ** میکند این بانگ و آواز و حنین
- Kuşlar… Onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
- مرغ پندارد که جنس اوست او ** جمع آید بر دردشان پوست او
- Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
- جز مگر مرغی که حزمش داد حق ** تا نگردد گیج آن دانه و ملق
- İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan şu hikâyeyi de dinle. 235
- هست بی حزمی پشیمانی یقین ** بشنو این افسانه را در شرح این
- Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
- فریفتن روستایی شهری را و بدعوت خواندن بلابه و الحاح بسیار
- Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
- ای برادر بود اندر ما مضی ** شهریی با روستایی آشنا
- Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
- روستایی چون سوی شهر آمدی ** خرگه اندر کوی آن شهری زدی
- İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkânına geçer oturur, sofrasına çökerdi.
- دو مه و سه ماه مهمانش بدی ** بر دکان او و بر خوانش بدی
- Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.
- هر حوایج را که بودش آن زمان ** راست کردی مرد شهری رایگان
- Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim, sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın? 240
- رو به شهری کرد و گفت ای خواجه تو ** هیچ مینایی سوی ده فرجهجو
- Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi, ilkbahar.
- الله الله جمله فرزندان بیار ** کین زمان گلشنست و نوبهار
- Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım.
- یا بتابستان بیا وقت ثمر ** تا ببندم خدمتت را من کمر
- Soyunu sopunu, çoluk çocuğunu, akrabalarını getir, köyümüzde üç, dört ay kal.
- خیل و فرزندان و قومت را بیار ** در ده ما باش سه ماه و چهار
- Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah veren gönül çeken lâlelik kesilir”
- که بهاران خطهی ده خوش بود ** کشتزار و لالهی دلکش بود
- Şehirli, başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin üstünden de sekiz yıl geçti. 245
- وعده دادی شهری او را دفع حال ** تا بر آمد بعد وعده هشت سال
- Köylü, her yıl “Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı” der,
- او بهر سالی همیگفتی که کی ** عزم خواهی کرد کامد ماه دی