- Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen Allah’tan sorayım. 2400
- تا روم من سوی خلوت در نماز ** پرسم این احوال از دانای راز
- Namazda Rabbime bağlanırım, “ namaz gözümün nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur.
- خوی دارم در نماز این التفات ** معنی قرة عینی فی الصلوة
- Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir.
- روزن جانم گشادست از صفا ** میرسد بی واسطه نامهی خدا
- Allah’ın lütfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
- نامه و باران و نور از روزنم ** میفتد در خانهام از معدنم
- Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
- دوزخست آن خانه کان بی روزنست ** اصل دین ای بنده روزن کردنست
- Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur. 2405
- تیشهی هر بیشهای کم زن بیا ** تیشه زن در کندن روزن هلا
- Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
- یا نمیدانی که نور آفتاب ** عکس خورشید برونست از حجاب
- Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
- نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
- Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
- من چو خورشیدم درون نور غرق ** میندانم کرد خویش از نور فرق
- O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
- رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
- Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.” 2410
- کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان
- İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
- نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
- Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
- همچنین داود میگفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
- Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
- پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکییاش شکی
- Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
- با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
- Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
- در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
- Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi. 2415
- در فرو بست و برفت آنگه شتاب ** سوی محراب و دعای مستجاب
- Allah, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi.
- حق نمودش آنچ بنمودش تمام ** گشت واقف بر سزای انتقام
- Ertesi günü iki davacı ile halk gelip Davud’un huzuruna dikildiler.
- روز دیگر جمله خصمان آمدند ** پیش داود پیمبر صف زدند
- Davacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok ağır sözler söyledi.
- همچنان آن ماجراها باز رفت ** زود زد آن مدعی تشنیع زفت
- Davud’un, öküz sahibi aleyhine hüküm vermesi ve “Sen bu öküzden vazgeç” demesi, bunun üzerine öküz sahibinin Davud Aleyhisselâm’ı kınaması
- حکم کردن داود بر صاحب گاو کی از سر گاو برخیز و تشنیع صاحب گاو بر داود علیه السلام
- Davud “Sus, bu dâvayı bırak, öküzü bu Müslümana helâl et de yürü git.
- گفت داودش خمش کن رو بهل ** این مسلمان را ز گاوت کن بحل
- Yiğit, mademki Allah, senin sırrını açmadı, onun bu sır örtücülüğüne şükret de sükût et” dedi. 2420
- چون خدا پوشید بر تو ای جوان ** رو خمش کن حق ستاری بدان
- Öküz sahibi “Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın.
- گفت وا ویلی چه حکمست این چه داد ** از پی من شرع نو خواهی نهاد
- Adalet âleme yayıldı; yer, gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş…
- رفته است آوازهی عدلت چنان ** که معطر شد زمین و آسمان
- Kör köpekler bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden, bu cefadan hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!”
- بر سگان کور این استم نرفت ** زین تعدی سنگ و که بشکافت تفت
- Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, “Ey ahali, gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
- همچنین تشنیع میزد برملا ** کالصلا هنگام ظلمست الصلا
- Davud’un öküz sahibine “Bütün malını, mülkünü ona ver” demesi
- حکم کردن داود بر صاحب گاو کی جمله مال خود را به وی ده