- Dedi ki: “Ey bahtı körleşmiş herif, mademki talihin yok, gayri yavaş, yavaş karanlıklar basmaya başladı.
- گفت چون بختت نبود ای بختکور ** ظلمت آمد اندک اندک در ظهور
- Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık… Öyle olduğu halde sen yine başköşeyi gözetip duruyorsun ha! 2430
- ریدهای آنگاه صدر و پیشگاه ** ای دریغ از چون تو خر خاشاک و کاه
- Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık fazla söylenme!”
- رو که فرزندان تو با جفت تو ** بندگان او شدند افزون مگو
- Davacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi.
- سنگ بر سینه همیزد با دو دست ** میدوید از جهل خود بالا و پست
- Halk da Davud’u kınamaya başladı. Davacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki,
- خلق هم اندر ملامت آمدند ** کز ضمیر کار او غافل بدند
- Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara olmuşsa zalimi mazlumdan nasıl fark edebilir?
- ظالم از مظلوم کی داند کسی ** کو بود سخرهی هوا همچون خسی
- Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulümkâr nefsinin boynunu vurmuş kişidir. 2435
- ظالم از مظلوم آنکس پی برد ** کو سر نفس ظلوم خود برد
- Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi, deliliğinden mazlumlara düşman kesilir.
- ورنه آن ظالم که نفس است از درون ** خصم هر مظلوم باشد از جنون
- Köpek, daima yoksula, âcize saldırır, fırsat bulursa ısırır da.
- سگ هماره حمله بر مسکین کند ** تا تواند زخم بر مسکین زند
- Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil,
- شرم شیران راست نه سگ را بدان ** که نگیرد صید از همسایگان
- Zalime tapan, mazlumu öldüren kişilerin hepsi de pusudan çıkarak köpekçesine saldırdılar.
- عامهی مظلومکش ظالمپرست ** از کمین سگشان سوی داود جست
- Davud’a yüz tutup “Ey seçilmiş Peygamber, ey bize şefkatli zat, 2440
- روی در داود کردند آن فریق ** کای نبی مجتبی بر ما شفیق
- Bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir kabahati yokken kahrettin” dediler.
- این نشاید از تو کین ظلمیست فاش ** قهر کردی بیگناهی را بلاش
- Davud Aleyhisselâm’ın, bu gizli şeyi meydana çıkarıp apaşikâr göstermek ve getirilen delilleri çürütmek üzere halkı ovaya çağırması
- عزم کردن داود علیه السلام به خواندن خلق بدان صحرا کی راز آشکارا کند و حجتها را همه قطع کند
- Davut dedi ki: “Dostlar, gayri o gizli şeyin meydana çıkması zamanı geldi.
- گفت ای یاران زمان آن رسید ** کان سر مکتوم او گردد پدید
- Hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı öğrenelim.
- جمله برخیزید تا بیرون رویم ** تا بر آن سر نهان واقف شویم
- Filân ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur, birbirleriyle birleşmişlerdir.
- در فلان صحرا درختی هست زفت ** شاخهااش انبه و بسیار و چفت
- Kol budak salıvermiş, geniş bir yeri kaplamıştır, kökü de yere yayılmıştır. İşte o ağacın kökünden bana kan kokusu geliyor. 2445
- سخت راسخ خیمهگاه و میخ او ** بوی خون میآیدم از بیخ او
- O güzel ağacın kökünde kan var. Bu kötü talihli herif, onun altında efendisini öldürmüştür.
- خون شدست اندر بن آن خوش درخت ** خواجه راکشتست این منحوسبخت
- Allah’ın hilmi, bunu şimdiye kadar örttü. Fakat bu kaltaban, buna hiç şükretmedi.
- تا کنون حلم خدا پوشید آن ** آخر از ناشکری آن قلتبان
- Efendisinin çoluğuna, çocuğuna ne nevruzlarda bir şey verdi, ne bayramlarda,
- که عیال خواجه را روزی ندید ** نه بنوروز و نه موسمهای عید
- O yoksulların, o muhtaç biçarelerin hallerini, hatırlarını bir lokmayla olsun arayıp sormadı, eski hakları aklına bile getirmedi.
- بینوایان را به یک لقمه نجست ** یاد ناورد او ز حقهای نخست
- Bu melun herif şimdi de bir öküz için onun oğlunu yere vuruyor. 2450
- تا کنون از بهر یک گاو این لعین ** میزند فرزند او را در زمین
- Günahının perdesini kendi kaldırıyor, yoksa Allah, suçunu örtüyordu.
- او بخود برداشت پرده از گناه ** ورنه میپوشید جرمش را اله
- Bu kötü zamanede kâfir olsun, fasik olsun… Herkes, kendi perdesini kendi yırtar.
- کافر و فاسق درین دور گزند ** پرده خود را بخود بر میدرند
- Zulüm, can sırları arasında gizli kalır, fakat onu halkın önüne koyan zalimdir.
- ظلم مستورست در اسرار جان ** مینهد ظالم بپیش مردمان