- Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki.
- مجتهد هر گه که باشد نصشناس ** اندر آن صورت نیندیشد قیاس
- Fakat bir şeyde nas yoksa orada kıyasa girişir, kıyastan ibret alır, kıyasla hüküm verir.
- چون نیابد نص اندر صورتی ** از قیاس آنجا نماید عبرتی
- Nasla kıyası benzetiş
- تشبیه نص با قیاس
- Nassı Ruhulkudüs’ün vahyi bil, Aklı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır.
- نص وحی روح قدسی دان یقین ** وان قیاس عقل جزوی تحت این
- Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?
- عقل از جان گشت با ادراک و فر ** روح او را کی شود زیر نظر
- Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir. 3585
- لیک جان در عقل تاثیری کند ** زان اثر آن عقل تدبیری کند
- Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
- نوحوار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
- Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
- عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
- O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
- زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
- Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
- زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
- Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur. 3590
- وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقهی آن نور باشد دایما
- Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir.
- نه سحابش ره زند خود نه غروب ** وا رهید او از فراق سینه کوب
- Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır.
- اینچنین کس اصلش از افلاک بود ** یا مبدل گشت گر از خاک بود
- Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki…
- زانک خاکی را نباشد تاب آن ** که زند بر وی شعاعش جاودان
- Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toprağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.
- گر زند بر خاک دایم تاب خور ** آنچنان سوزد که ناید زو ثمر
- Daima suda kalmak balığın harcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek? 3595
- دایم اندر آب کار ماهی است ** مار را با او کجا همراهی است
- Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar.
- لیک در که مارهای پر فناند ** اندرین یم ماهییها میکنند
- Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider.
- مکرشان گر خلق را شیدا کند ** هم ز دریا تاسهشان رسوا کند
- Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar.
- واندرین یم ماهیان پر فناند ** مار را از سحر ماهی میکنند
- Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
- ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
- Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer. 3600
- بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد
- Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
- تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
- Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
- آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
- Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
- بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
- Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
- شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
- Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
- گر هزاران طالباند و یک ملول ** از رسالت باز میماند رسول
- Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler. 3605
- این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیلخو