- Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti. 3660
- آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود
- İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
- زور آدمزاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
- Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
- مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
- Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
- یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
- Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
- همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
- Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler. 3665
- لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم میزنند
- Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;
- پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
- Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’tan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki” dedi.
- انهم تحت قبابی کامنون ** جز که یزدانشان نداند ز آزمون
- Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
- هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
- Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
- مسلهی فنا و بقای درویش
- Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
- گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
- Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur. 3670
- هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو
- O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
- چون زبانهی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
- Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
- هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
- Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
- نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
- İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
- در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
- Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır. 3675
- نیست باشد طعم خل چون میچشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی
- Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
- پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستیاش در هست او روپوش شد
- Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
- این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
- Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
- نبض عاشق بی ادب بر میجهد ** خویش را در کفهی شه مینهد
- Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
- بیادبتر نیست کس زو در جهان ** با ادبتر نیست کس زو در نهان
- Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil. 3680
- هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بیادب
- Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
- بیادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش همسری
- Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
- چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
- Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
- مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
- Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
- او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست