- Allah’ın lütfu, onun yüzünü bu âleme çıkacağı tarafa döndürür, o yine büzülüp ana karnına sokulur. 3965
- لطف رویش سوی مصدر میکند ** او مقر در پشت مادر میکند
- Bu şehirden, bu yurttan dışarı çıkarsam acaba bir daha burasını görebilir miyim?
- که اگر بیرون فتم زین شهر و کام ** ای عجب بینم بدیده این مقام
- Rahimde bir kapı olsaydı da o havası ufunetli şehir görünseydi.
- یا دری بودی در آن شهر وخم ** که نظاره کردمی اندر رحم
- Yahut da bir iğne yordamı kadar delik bulunsaydı da dışarısını bir görseydim der!
- یا چو چشمهی سوزنی راهم بدی ** که ز بیرونم رحم دیده شدی
- Ana karnındaki çocuk da rahmin dışında bir âlem olduğundan gafildir, o da Calinus gibi nâmahremdir.
- آن جنین هم غافلست از عالمی ** همچو جالینوس او نامحرمی
- Bilmez ki rahimdeki yaşlıklarda dışarıdaki âlemin feyziyledir. 3970
- اونداند کن رطوباتی که هست ** آن مدد از عالم بیرونیست
- Dünyadaki dört unsur da kendilerine Lâmekân âleminden yüzlerce yardım geldiğini bilmezler.
- آنچنانک چار عنصر در جهان ** صد مدد آرد ز شهر لامکان
- Kuş, kafeste su ve tane buluyor ama su da kafesin dışındaki bağdan, bahçeden gelmede, tane de!
- آب و دانه در قفص گر یافتست ** آن ز باغ و عرصهای درتافتست
- Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
- جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
- Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
- پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
- Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil… 3975
- ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست
- Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
- این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
- Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
- مرغ جانش موش شد سوراخجو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
- O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
- زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موشوار
- Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
- هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
- Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı. 3980
- پیشههایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید
- Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
- زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
- Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
- عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
- Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
- گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
- Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
- گربه مرگست و مرض چنگال او ** میزند بر مرغ و پر و بال او
- Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide. 3985
- گوشه گوشه میجهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا
- Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
- چون پیادهی قاضی آمد این گواه ** که همیخواند ترا تا حکم گاه
- Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
- مهلتی میخواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
- Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
- جستن مهلت دوا و چارهها ** که زنی بر خرقهی تن پارهها
- Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
- عاقبت آید صباحی خشموار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار