- Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’tan başka kim feryada erişir ki.
- داد تو وا خواهم از هر بیخبر ** داد کی دهد جز خدای دادگر
- O “Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti. 405
- او همیگوید که صبرم شد فنا ** در فراق روی تو یا ربنا
- Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salih’im.
- احمدم در مانده در دست یهود ** صالحم افتاده در حبس ثمود
- Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan. Ya beni öldür, ya kendine çağır yahut da sen gel!
- ای سعادتبخش جان انبیا ** یا بکش یا باز خوانم یا بیا
- با فراقت کافران را نیست تاب ** میگود یا لیتنی کنت تراب
- Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
- حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
- “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der. 410
- حق همیگوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به
- Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
- صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همیکوشم پی تو تو مکوش
- Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
- بقیهی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
- Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
- شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
- Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
- قصهی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
- Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
- روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
- Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı. 415
- از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد
- Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
- هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی میزدند
- Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
- همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
- O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
- آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
- Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
- هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
- Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul! 420
- گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر
- Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
- این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
- Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
- زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
- Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
- تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
- Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
- ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
- Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı? 425
- گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی
- Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
- قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
- Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
- بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
- Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
- صحبت او خیر من لهوست و مال ** بین کرا بگذاشتی چشمی بمال