English    Türkçe    فارسی   

3
4334-4358

  • Bu sırada şeytan yine hileye sapar, seslenir: “Bu kulluk kılıcından kork, geri dön!”
  • باز بانگی بر زند بر تو ز مکر ** که بترس و باز گرد از تیغ فقر
  • Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve hüner silâhlarını atarsın. 4335
  • باز بگریزی ز راه روشنی ** آن سلاح علم و فن را بفکنی
  • Yıllardır bir ses, bir bağırış yüzünden ona kulsun… Hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.
  • سالها او را به بانگی بنده‌ای ** در چنین ظلمت نمد افکنده‌ای
  • Şeytanların bağırışlarındaki heybet, halkı kıskıvrak bağlamış, boğazlarını sıkmıştır.
  • هیبت بانگ شیاطین خلق را ** بند کردست و گرفته حلق را
  • Onların canları, nura kavuşmaktan öyle meyus olmuştur ki kâfirlerin ruhları da kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meyustur.
  • تا چنان نومید شد جانشان ز نور ** که روان کافران ز اهل قبور
  • O melunun sesinin heybeti bu olursa gayrı Allah’ın sesindeki heybet ne olur?
  • این شکوه بانگ آن ملعون بود ** هیبت بانگ خدایی چون بود
  • Doğandan aslı, nesli belli olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur. 4340
  • هیبت بازست بر کبک نجیب ** مر مگس را نیست زان هیبت نصیب
  • Çünkü doğan, sinek avlamaz ki… Sinekleri ancak örümcekler avlar.
  • زانک نبود باز صیاد مگس ** عنکبوتان می مگس گیرند و بس
  • Şeytan örümcek, senin gibi sineğe galiptir. Keklikle, karakuşla işi yok!
  • عنکبوت دیو بر چون تو ذباب ** کر و فر دارد نه بر کبک و عقاب
  • Şeytanların bağırışları, kötü kişilere çobanlık eder. Padişahın sesiyse velilerin bekçisidir.
  • بانگ دیوان گله‌بان اشقیاست ** بانگ سلطان پاسبان اولیاست
  • Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses birbirine karışmaz… Tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.
  • تا نیامیزد بدین دو بانگ دور ** قطره‌ای از بحر خوش با بحر شور
  • Gece yarısı mescitteki konuğa tılsım sesinin gelmesi
  • رسیدن بانگ طلسمی نیم‌شب مهمان مسجد را
  • Şimdi o şiddetli ses hikâyesini dinle. O iyi bahtlı konuk, sesi duyunca yerinden bile kıpırdamadı. 4345
  • بشنو اکنون قصه‌ی آن بانگ سخت ** که نرفت از جا بدان آن نیکبخت
  • Dedi ki: “Bu ses, bayram davulu sesi… Neden korkacakmışım? Tokmağı yiyen davul; o korksun!
  • گفت چون ترسم چو هست این طبل عید ** تا دهل ترسد که زخم او را رسید
  • Ey kalbi olmayan boş davullar, can bayramınızdan kısmetiniz, tokmaktan ibaret.
  • ای دهلهای تهی بی قلوب ** قسمتان از عید جان شد زخم چوب
  • Kıyamet bayramında dinsizler davul… Biz ise gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere benziyoruz.
  • شد قیامت عید و بی‌دینان دهل ** ما چو اهل عید خندان همچو گل
  • Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte… Devlet tenceresi nasıl kaynamakta
  • بشنو اکنون این دهل چون بانگ زد ** دیگ دولتبا چگونه می‌پزد
  • O er, davulun sesini duyunca “Gönlüm, bayram davulundan nasıl olur da korkar?” dedi. 4350
  • چونک بشنود آن دهل آن مرد دید ** گفت چون ترسد دلم از طبل عید
  • Kendi kendisine dedi ki: “Gönül, titreme, korkma… yakine erişmiş kötü gönüllülerin canları öldü gitti.
  • گفت با خود هین ملرزان دل کزین ** مرد جان بددلان بی‌یقین
  • Haydar gibi ya ülkeyi zapt ederim ya canım bedenimden gider.”
  • وقت آن آمد که حیدروار من ** ملک گیرم یا بپردازم بدن
  • Yerinden fırladı bağırdı: “Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım; hadi, ersen gel!”
  • بر جهید و بانگ بر زد کای کیا ** حاضرم اینک اگر مردی بیا
  • Tılsım, hemencecik bozuldu, her taraftan ulam ulam altın dökülmeye başladı.
  • در زمان بشکست ز آواز آن طلسم ** زر همی‌ریزید هر سو قسم قسم
  • Öyle altın döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu. 4355
  • ریخت چند این زر که ترسید آن پسر ** تا نگیرد زر ز پری راه در
  • Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını dışarıya taşımakla uğraştı.
  • بعد از آن برخاست آن شیر عتید ** تا سحرگه زر به بیرون می‌کشید
  • Altınları gömmekte, sonra yine gelip çuvallara, torbalara doldurarak dışarıya götürmekteydi.
  • دفن می‌کرد و همی آمد بزر ** با جوال و توبره بار دگر
  • O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
  • گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان