- Dadı, süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır.
- دایهای کو طفل شیرآموز را ** تا بنعمت خوش کند پدفوز را
- Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar.
- گر ببندد راه آن پستان برو ** برگشاید راه صد بستان برو
- Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
- زانک پستان شد حجاب آن ضعیف ** از هزاران نعمت و خوان و رغیف
- Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.
- پس حیات ماست موقوف فطام ** اندک اندک جهد کن تم الکلام
- İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur. 50
- ون جنین بد آدمی بد خون غذا ** از نجس پاکی برد مومن کذا
- Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.
- از فطام خون غذااش شیر شد ** وز فطام شیر لقمهگیر شد
- Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur.
- وز فطام لقمه لقمانی شود ** طالب اشکار پنهانی شود
- Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var…
- گر جنین را کس بگفتی در رحم ** هست بیرون عالمی بس منتظم
- Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.
- یک زمینی خرمی با عرض و طول ** اندرو صد نعمت و چندین اکول
- Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar… 55
- کوهها و بحرها و دشتها ** بوستانها باغها و کشتها
- Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
- آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
- Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
- از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
- O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
- در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چهای در امتحان
- Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
- خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
- Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur. 60
- او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی
- Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
- کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
- Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
- جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
- İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
- همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال میگویندشان
- “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
- کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
- Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. 65
- هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت
- Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz.
- گوش را بندد طمع از استماع ** چشم را بندد غرض از اطلاع
- Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
- همچنانک آن جنین را طمع خون ** کان غذای اوست در اوطان دون
- Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
- از حدیث این جهان محجوب کرد ** غیر خون او مینداند چاشت خورد
- Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü dinlemeyenler
- قصهی خورندگان پیلبچه از حرص و ترک نصیحت ناصح
- Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’ da dostlarından iki üç kişinin
- آن شنیدی تو که در هندوستان ** دید دانایی گروهی دوستان
- Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü. 70
- گرسنه مانده شده بیبرگ و عور ** میرسیدند از سفر از راه دور