- Padişah âşığın kulağına dedi ki: “Ey yoksul, eteğini aç, sana altın saçmaya geldim. 4665
- بانگ زد در گوش او شه کای گدا ** زر نثار آوردمت دامن گشا
- Canın ayrılığımla halecan içindeydi… İmdadına geldim, nasıl oldu da ürküp kaçtı?
- جان تو کاندر فراقم میطپید ** چونک زنهارش رسیدم چون رمید
- Ey ayrılığımla dünyanın soğuğunu, sıcağını, kahrını, kahrını, lütfunu gören âşık, kendine gel, dön geriye!
- ای بدیده در فراقم گرم و سرد ** با خود آ از بیخودی و باز گرد
- Akılsız bir tavuk, deveyi evine konuk götürür.
- مرغ خانه اشتری را بی خرد ** رسم مهمانش به خانه میبرد
- Fakat deve, tavuğun evine ayak atar atmaz ev yıkılır, dam çöker!
- چون به خانه مرغ اشتر پا نهاد ** خانه ویران گشت و سقف اندر فتاد
- Bizim aklımız, fikrimiz de tavuk kümesinden ibaret. Salih’in aklıysa Allah devesini arar. 4670
- خانهی مرغست هوش و عقل ما ** هوش صالح طالب ناقهی خدا
- Deve, başını suya, toprağa daldırınca orada ne toprak kalır, ne can, ne gönül.
- ناقه چون سر کرد در آب و گلش ** نه گل آنجا ماند نه جان و دلش
- Aşk öyle bir fazilettir ki insanı faziletler sahibi yapar… Fakat insan, bu haddinden fazla dileyiş yüzünden hem pek zalimdir, ham de pek cahil!
- کرد فضل عشق انسان را فضول ** زین فزونجویی ظلومست و جهول
- İnsan hakikaten bilgisizdir; Hele bu müşkül avda büsbütün bilgisiz. Bir tavşan, aslanı kucaklamaya çalışıyor!
- جاهلست و اندرین مشکل شکار ** میکشد خرگوش شیری در کنار
- Eğer aslanı bilseydi, görseydi hiç kucaklamaya kalkışır mıydı, buna imkân mı var?
- کی کنار اندر کشیدی شیر را ** گر بدانستی و دیدی شیر را
- İnsan, canına da zulmeder, nefsine de… Fakat şu zulme bak, şu zulmü gör ki adaletlerden bile topu kapar, adaletlerden bile üstündür, ileridir. 4675
- ظالمست او بر خود و بر جان خود ** ظلم بین کز عدلها گو میبرد
- Bilgisizliği ilimlere üstattır… Zulmü, adaletlere doğru yol gösterir.
- جهل او مر علمها را اوستاد ** ظلم او مر عدلها را شد رشاد
- Sadr-ı Cihan, bu nefesi kesilmiş âşık, ona ben nefes bağışlayınca dirilir, kendine gelir diye âşığın elini tuttu,
- دست او بگرفت کین رفته دمش ** آنگهی آید که من دم بخشمش
- “Bu bedeni ölü, bu canı uyanık âşık, benimle diriliyor. Şu halde o, benim canım… Bana yüz tutuyor.
- چون به من زنده شود این مردهتن ** جان من باشد که رو آرد به من
- Ben onu bu candan yücelteyim, bu cana muhtaç olmasın. Ona bir can bağışlayayım da ihsanımı onunla görsün!
- من کنم او را ازین جان محتشم ** جان که من بخشم ببیند بخششم
- Nâmahrem can, sevgilinin yüzünü göremez. Dostun yüzünü ancak aslı onun civarında olan can görür. 4680
- جان نامحرم نبیند روی دوست ** جز همان جان کاصل او از کوی اوست
- Bu dosta kasap gibi üfüreyim de o lâtif ruhu derisinden çıksın deyip,
- در دمم قصابوار این دوست را ** تا هلد آن مغز نغزش پوست را
- Âşıka “Ey belâlar yüzünden bedeni terk edip giden can, vuslat kapımızı açtık, gel gel!
- گفت ای جان رمیده از بلا ** وصل ما را در گشادیم الصلا
- Ey varlığımız, yokluğuna, sarhoşluğuna sebep olan… Ey varlığı, varlığımızdan ibaret bulunan âşık!
- ای خود ما بیخودی و مستیات ** ای ز هست ما هماره هستیات
- Şimdi ben sana dilsiz, dudaksız yeniden yeniye eski sırlar söyleyeceğim dinle!
- با تو بی لب این زمان من نو بنو ** رازهای کهنه گویم میشنو
- Dilsiz, dudaksız söyleyeceğim, çünkü şu diller, dudaklar, bu nefesten ürkerler. Bu nefes, gizli bir ırmağın kıyısında yetişir, meyve verir! 4685
- زانک آن لبها ازین دم میرمد ** بر لب جوی نهان بر میدمد
- Şimdi can kulağını aç da “Allah dilediğini yapar sırrını duymaya hazırlan” dedi.
- گوش بیگوشی درین دم بر گشا ** بهر راز یفعل الله ما یشا
- Âşık, vuslata çağrıldığını duyunca yavaş yavaş kımıldanmaya başladı.
- چون صلای وصل بشنیدن گرفت ** اندک اندک مرده جنبیدن گرفت
- Âşık, topraktan da aşağıyı değil ya… Toprak bile sabah rüzgârının işvesiyle yeşiller giyinir, yokluktan başını kaldırır!
- نه کم از خاکست کز عشوهی صبا ** سبز پوشد سر بر آرد از فنا
- Meniden de aşağı değil ya… Meni bile Allah emrini duyar da güneş yüzlü Yusuflar meydana getirir!
- کم ز آب نطفه نبود کز خطاب ** یوسفان زایند رخ چون آفتاب