- Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
- غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
- Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
- این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
- Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
- این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
- Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye. 490
- این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست
- O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
- بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
- Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
- گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
- Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
- زین روش بر اوج انور میروی ** ای برادر گر بر آذر میروی
- Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
- نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
- Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir. 495
- لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق
- Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
- خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
- Şehirlinin köye gitmesi
- روان شدن خواجه به سوی ده
- Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
- خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
- Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
- اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
- Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
- شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
- “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var. 500
- مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست
- Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
- با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
- Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
- ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
- Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
- بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
- Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
- عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل میگفت از درون لا تفرحوا
- Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez. 505
- من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین
- Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
- افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
- Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!
- شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
- Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
- هر چه غیر اوست استدراج تست ** گرچه تخت و ملکتست و تاج تست
- Gamdan sevin… Gam vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.
- شاد از غم شو که غم دام لقاست ** اندرین ره سوی پستی ارتقاست
- Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek? 510
- غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان
- Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
- کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ میدوند